Sesin kulaklarımda ’tın tın’ mazi gibi, dayanmak zor; yudumlarken tek tek harflerini adının katlanmak belki de, gelmeyeceğini bile bile!
Şimdi çok uzaklar da, hasretle baktığın yollar biliyorum bu şehirde Meriç gibi akıyorsun asi asi içime; Edirne’de sisli bir sabah!
Şurası Bulgaristan, Şurası Yunanistan, el birliği ile yürekleri delinmiş analar hamile yavrularını kan içinde gören babalar burunları, dudakları kesinlen çocuklar, yaşlılar ihtilal akşamının en kanlı Pazar’ı gibi, ertesi gün hep eksiltip bir dün o gün biter bitmez, ertesi gün; hiç gelmeyeceğini bile bile aynı çiçeklerin arasında ayaklarıma dolanan kedilerle ağlıyorum; cıva gibi, büsbütün.
Şimdi çok uzaklarda olduğunu gözü yaşlı anlatan laleler düşerken ellerime yaşların misali hıçkırıklarında boğulduğum bir Cuma vakti besliyorum hiç kirletilmemiş yüreğimin o en çok senli sessizliğini.
Sesin ’tın tın’ kulaklarımda, radyonun hiç bitmez hışırtısı pencereye tutunmaya çalışan yağmur damlaları yokluğunun hasretinde kum olmuş z/aman adımları, hep bir var oluş intibahına özlemli siyahlığında ellerinle dindirirken bir ülkenin ahını; nice feryatlara gebe uykusuz gecelerde yudumluyorum tek tek adın gibi, tekrardan aşkını; sen varmışsın gibi şu denizin üstünde.
Çok, çok hasretlik edilmeye alıştık doğduğumuzdan beri bu senin hasretinde son olmayacaktı; belli ama binlerce müezzin aynı makamda her gün çağırdığı yerde bu imgeleri yalnızlık olan ülke de neden aynı özleme özlem katıyorsun her sen gibi yazılan senelere?
Oy vahama dökülen serap oy yarama bastığım şarap uyumayıp da, rüyalarıma bırakamadığım cenap; gözlerin oldu Kızılırmak akıyor içime yüreğimde yokluğun Fırat, doğacak güneşe hasret bir elimde ekmek doğacak yarınlara sebep sensizlikten bana kalan tat.
Sen, o c/an sen o k/an iken eski günlerdeki gibi hani bir Kasım, yıl bin dokuz yüz doksan geldiğin an iki bin noksan olur y/adımdan.
Gelme! Öyle tuzunu akıta akıta, şehrime çiçekleri açtıra açtıra bir yağmurun ikindi vakti, inim inim susarken Cennet rüyalarına Gelme!
Gelip de görme kirli yüzümü, bakma gözlerime; sesin kulaklarımda hâlâ beş vakit ezan gibi tanıdık bir yol bulurum aşk için elbet, sensizlik dahi olsa sonu, biter bu gurbet. gök yarıldığında, İsrafil o tatlı notayı ikinci kez çaldığında, gemiler artık Kevser şarabında dolandığında; susar z/ar olup bizi ağlatan gamlı hasret.
Şimdi e/bed olmayan andır bu senli y/anış; gelip de bir de sen b/ağlayıp, sulama günahlarımı her gün ahlarıma.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Her Gün ah! şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Her Gün ah! şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.