Sine-i Sadher yaşam sonrası ölüme yürür o dipsiz fısıltıya dökülür şeffaf gençlik çağı boyunda kemend gevşer biraz ölgün sefer hâyaleymiş meğer ezel ebed arası izdir o yanık; el ve ayaktı yanan billurdan ateş deryalarında düş/müş sine-i sad silindi alnın yazısı varlık yıldızı yürüdü hakkın divanına o sırlı mânâ ki çözülemedi! hâin nefis vebâlidir bir çelmelik ölümün gözlerini bağladı mayaladı zevkleri tepe taklak yuvarlandı; zamanın sırlı ağında sızılar denizinden bir yağızlık lahza; süpürür yalnızlığı dirilişi bekliyor herkes; açıl kâinat! Nar’ı ateş girdabına mağlûp her diri zürriyet o vecde râm olsun! kimseler kalmasın yeryüzünde İçine girsin hicab o hâin kızıl korun ufukların kutlu sesiyle dursun aciz kalp yansın sızan ışıklar gibi tenhada irin olup aksın fâni zevkler çarpışarak çekilsin mavi gecelerden saçların kırılmağa durduğu kırgın bir mevsim orda feza darlaşır korkunç uçurumlar şehrayin bir şölen çümbüş alanı berhavâ ağaçlar berhavâ huriler sığmaz dipsiz çukura sükûtu süzülür bütün âlem en baştan münzevi yani ve hükümdar olunmayan âhıret gidiyor diriler yüzgeçleri açılmış kararmış aydınlığa. |