SAAT DÖRT OTUZ BEŞ
Saat dört otuz beş
Eve beş dakika önce girdim İnsanları rahatsız etmemek için antrenin ışığını bile yakmadım ama annemle babam tilki uykusundaymışlar, ayak seslerime uyandılar, henüz odama giremeden odalarından çıktılar, antrenin ışığını yakarak dikildiler karşıma Bunu iki de bir yapmalarından nefret ediyorum Babam gene bir ton laf etti kafasınca Söylendiği şeyler içinde saygı duyabileceğim hiçbir kelamı olmadı Sadece ettiği küfür tahrik ediciydi ya, annem gene aramızda kalmasın diye ona da karşılık vermedim Odama çekildim doğruca, odamın kapısını çarparak örttüm ki, beni sinir ettiğini anlasın da daha fazla üstüme gelmesin… Soyunuyorum şu an, üstümde bir tek külotum kalıyor, öylece yatağa uzanıyorum… … Saat beş oldu… Uyumuyorum. Aüşünceler içindeyim Ne mi düşünüyorum? Tabii ki, bu akşamki birlikteliğimizi…. … Sabah namazı için kalkan annem uyumadığımı görerek yanıma geliyor Onu çok mu seviyorsun cancağızım, diye seni ne kadar sevdiğimi anlamaya çalışıyor. Çok seviyorum, diyorum; çok seviyorum, ama o bunu bilmiyor. Ona sevdiğini söyleyemiyor musun, diye soruyor; Söyleyemiyorum, diyorum. Bana öğütler vermeye başlıyor. Başımı dizlerine koyup sessizce dinliyorum. Eğer utangaçsan ondan ne kadar hoşlandığını hissettirmeye çalış. O seni anlayacaktır, diyor. Onun öğütleri o kadar isabetli ki… Ona yakınlaş, o da sana mutlaka yakınlaşacaktır. Yok, eğer senden hoşlanmıyorsa da, seninle arkadaş olarak kalmayı tercih edecektir, diyor. Sanki senin beynini okuyor. Senin, beni, benim seni sevdiğim gibi sevmediğini; hatta, benimle arkadaşlık bile yapmak istemediğini, söylüyorum ona. “Eğer bunu da istemiyorsa zaten senin sevgini hak etmiyordur. Hemen onu unutmaya çalış ve kendine başkasını bul, diyor.” Onun her sözü öyle sevecen ki, elleriyle başımı okşaması bile yetiyor sükunete kavuşmama, onun gölgesinde uyuya kalıyorum... .../... |