Kürt Dağının eteklerinde Kazmalarla yapılan sekilere Bir zeytin döşenmiş nasırlı ellerle Dedem Yemen savaşından dönende, Bir bir atlamış kelle koltukta Çakır dikenleri üstünde Günlerce uykuya dalmış Zeytin ağaçları dibinde Oraları anlatırken ağlarmış içten içe, Tam dokuz yıl savaşmış Yemen çöllerinde Karanlık çöktüğünde Arap ellerine Arkadan vurmuşlar araplar hep birlikte Dedem acılı yüreğiyle çıkmış yollara Çakır dikeni ayağına saplandığında Arapların çaldığı botları gelmiş aklına Dedem o acıları taşırken yüreğinde Dikenler çarık olmuş çıplak ayağına, Zeytin ağacının koyu gölgesinde Bir an dinlenip gelmiş kendine Cephanelikteki mermi gibi tane tane Zeytinler saplanmış fravunun göğsüne Fravundan kaçan Musa!... Çömelmiş zeytinin dibine Kendine gelecek her hayra Muhtaç olduğunu söylemiş Rabbine…. Kader ortağı olmuş Musa dedeme, Dedemde yönelmiş her şeyin sahibine Hakkın rahmeti inmiş zeytin dibine Dedemi ulaştırmış kendi eline, Hacı Burhan gece geldiğinde evine Bir genç bıyıkları yeni terlemiş onsekizinde Yatıyor aynı evde nenemle birlikte Bunu görünce acılarla kıvranmış yerinde Nerden bilecek dedem,gittiğinde Dokuz yaşındaki çocuğun geldiğini onsekizine Sabır ve metyanetle dalmış içeriye Yabancı dağ eşkıyası gibi gelmiş neneme Seni asla alamam! Yiğidim yemende Dokuz yıldır hasret kaldım sesine O vatan için savaşıyor birlikte Kemalle! Düşmana yiğitçe direniyor Yemen çöllerinde Bu yavrumu bağrımda büyüttüm kuru ekmekle Yiğidimin bayrağını yere düşürmesin diye Deşme acımızı savış git geldiğin yere!... Dedem, şükrederek sarılır fidan boylu erine Belindeki iri benle tanıtır kendini neneme, Nenem Burhanım diyerek sarılır dedeme! Düşman girerse bizim memelekete Allah’ın izni ile çarpışırım yine, Gözümü kırpmadan tam yirmi sene… Vatan kutsaldır bizim yüreğimizde Evlad’ı iyalımızdan ayrı kalsakta Çiğnetmeyiz onurumuzu kimseye Hedefimiz insanca yaşamak yeryüzünde Çakır dikeni saplansada iliğimize Bu bacak feda olsun ülkemize Ben Hacı Burhan! Vasiyetim size Parçalansa bedeniniz yüz kere Vakarlı yaşamak yakışır benim neslime, Ben böyle bir dedenin torunuyum işte, Eğilmez asla başım hiç kimseye Vasiyete uyarım ben tüm hücrelerimle Parçalansa da bedenim bin kere Ruhum tutsak olmaz hainlere Dedem gibi bende, Giderim bir gün Hakkın yanına, Rahmeti inmiş Hakkın, nüzerimdeki zeytin dalına!...
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
sAYIN ARKADAŞIM.ÇOK GÜZEL BİR ŞİİR YAZMIŞSINIZ .O SAVAŞLARDA ÇEKİLEN SIKINTILARI ÇOK GÜZEL VE DURU BİR ŞEKİLDE DİLE GETİRMİŞSİNİZ. NE ŞEHİTLER VERDİK,NE BEBELER ÖKSÜZ KALDI,NE KADINLAR ERSİZ KALDI.ONCA ŞEHİDİN SAYISI BİLİNMİYOR. DEMEKKİ DEDENİZ ÇOK İÇTEN BİR DUA ETMİŞKİ,ALLAH DUASINA İCABET ETMİŞ.VATANINA KAVUŞTURMUŞ.AMA NİCELERİNİN İSİMLERİ BİLE BİLİNMİYOR.BEN BU KONUYU ARAŞTIRDIM.ŞİİRİNİZE DESTEK OLARAK BAZI YAZILARI AKTARMAK İSTİYORUM.SİZ BİR TORUN OLARAK HARİKULADE BİR ANLATIM YAPMIŞSINIZ.SİZİ CANI YÜREKTEN KUTLUYORUM.
Hicaz-Yemen Cephesi, halk arasında Yemen Cephesi adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistan'daki kutsal İslam şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir, San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, bağımsızlığını ilan ederek Hicaz'ı büyük oranda ele geçirdi. Buradaki Osmanlı direnişinin sembolü Medine Kuşatması oldu. Yemen'de İmam Yahya Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı. 1917 Şubatında Hicaz Seferi Kuvvetleri'ne atanmak üzere, Şam'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istedi. Manevi sebeplerden dolayı bu istek uygulanmadı. Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i, Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu.
Yemen'de Kaybedilen Şehitlerimiz
ANAMAS NAHİYESİNDEN savaşa gidenlerin hikayesi
Anamas’ın yakın tarihinde çok şehitler verdiği hep söylene durur. Her aileden mutlaka bir şehidin olduğu aşikardır. Fakat savaşla ilgili pek fazla bir şey anlatılmaz ya da bilinmez. Birinci Dünya Savaşındaki Çanakkale ve Yemen Cephesi en çok şehit verdiğimiz yerlerdir. Her seferinde Çanakkale savaşının azametinden bahsedilir fakat Güneyde özellikle Yemende kaybettiğimiz 1 milyona yakın askerden kimse bahsetmez. …….,……,…….., ve nice sülale bu savaşlara erlerini göndermişte dönen olmamıştır.
Gönül yaralayan şu mısralar aslında bize hiç de uzak değildir. Bu mısraları her dinlediğimizde sanki savaşa gönderdiğimiz dedelerimiz savaşta şehit olan büyüklerimiz yokmuş gibi dinleriz.
Kışlanın önünde asker sesi var
Açın çantısını acep nesi var
Bir çift çorap ile bir de fesi var
Ano yemendir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?
Havada bulut yok bu ne dumandır?
Mahlede ölüm yok, bu ne figandır?
Şu yemen elleri ne de yamandır.
Ano yemendir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir?
Çalınan davulu düğün mü sandın?
Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?
Yemene gideni gelir mi sandın?
Ano yemendir, gülü çemendir
Giden gelmiyor, acep nedendir?
Burası Muş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Burası Muştur” daki Muş'un Muş mu yoksa Yemen’deki Huş mu tartışmaları yapıla dursun Anamas’lı bu cephede 20 den fazla yiğidini kaybetmiştir. Şehit olan veya esir düşen yiğitlerin arkasından bu gönülleri parçalayan mısraları anaları bacıları ve hanımları tarafından dillendirilmiştir de bizler sağır olduğumuz için duymamışızdır.
Şimdiye kadar bize anlatılanlar hep kocası Harpte ölmüş Kocasından dolayı falanca tarla falanca kişiye geçmiş. Harbe gidip dönmeyen falanca adamın çocuklarına falanca bakmış büyütmüş hikayeleri anlatılır. Dönüşlerin hikayesi bir savaş hikayesi değil midir. savaşın öyküsü yok mudur. Anamas’ta savaş iz bırakmıştır Bütün erlerin savaşa gidipte tarlayı sürecek bir kişinin bile olmadığı dönemleri yoksa hiç yaşamadık mı, savaş dolayısıyla yaşanan ekonomik sıkıntı ve yoksulluk nedeniyle çocuklarına yemek yediremeyip kök yediren kafaları davul gibi şişen çocuklar geçmişte kalmış birer öykü mü oldu yoksa. Sığır pisliklerinden buğday tanesi ayıklayıp onları aş yapan analar yoksa yaşamıyorlar mı?.
Çevre köyde bir keramet anlatılır. Eri savaşa gitmiş Irap kadın çocuklarına yedirecek ekmek bulamaz. Beri döner öte döner fakat ne çare çocukları açlıktan ve ağlamaktan bitap düşmüş. Bu halde umutsuzca baba evi Çiftlik köyüne gider, bu yol umutsuz bir yoldur çünkü orda da bir şey olmadığını çok iyi bilmektedir. Hiç kimse o annenin o yolda ne acılar çektiğini neler hissettiğini bilmez. Bu sırdandır ki yol üzerinde bir kalbur sıcak çöreği görür. İlikleri boşalırcasına çöreklerin başına yığılıp kalır da kendisi bir lokma almadan yavrularına o Kerim’in sofrasından bir numuneyi iletir. Bu keramet bir cesim savaşın ufak bir uzantısıdır.
Bu hikayeler hep savaşa gidenlerin arkasından günümüze aktarılanların hikayesidir. Ya harbe gidipte orda şehit olanların hikayesi nedir. Bu konuyla ilgili kimsenin bir malümatı yoktur. Çünkü yukarıdaki mısra bunu açık ve net bir şekilde cevaplar “Giden gelmiyor, acep nedendir?” O cepheye gidenler dönmediler. Harpte ölmüş hiçbir şehidin cenazesi Aksu’da yatmaz. Nerde yattığı da bilinmez. Süleyman Oğlu Hasan, Hasan oğlu Musa, , ve daha niceleri bu harpte can vermiştir de adı şanı unutulup gitmiştir.
1890 ila 1896 yılında doğan her 3 evlattan biri bu savaşta şehit olmuştur. Bu harpte bir cepheyi kazanabilmişiz. Diğerlerini hep kaybetmişiz. Kazandığımız Çanakkale cephesinde nice koç yiğitlerin kanını döktüğü halde hiçbir resmi kayıtta Aksu’lu aslanların adı geçmez. Aksu vatanı uğruna canlarını vermiştir. Canlarını vermekle kalmamış yuvaları dağılmış, geride kalanları yemen türküsü gibi nice ağıtlar yakmıştır.
Ey Aksu’nun koçak şehitleri sizi unutmuş değiliz lakin genç yaşta şehit düşüşünüz sizden haber alamayışımız bizleri bihaber, kör ve sağır yapmıştır.. Onlarca yıl asker olup memleketine döndüğünde evlatlarını atının eğerinden tanıyan o şanlı asker Aksu’dan çıkmıştır.
Gelin 1914 öncesine bir ziyaret edelim de şehit olan dedelerimizi bir görelim. Osmanlı zayıflamış ve takatten kesilmiş bir halde eski dönemlerine dönme hayallerini kuruyorken bir savaş patlak verdi. Bu savaş aslında o dönemde şahin dediğimiz savaş ve kanla daha fazla toprak kazanma arzusunda olan Enver Paşa ve arkadaşlarının öngörüsüzlükleriyle başlamıştı. Savaş için asker gerekliydi. Türkler seferberlik fermanlarına alışkındır. Fakat bu seferberlik öyle böyle değildi. Küçük ve 100 yıllık mazisi olmayan Türkmen köylerine kadar bu seferberlik geldi. Daha önce hiçbir savaşa çağrılmamışlardı zira göçebelerdi ve sürüsünü korumak için eşkıya ve çapulcularla savaş ediyorlardı. O sıralar Aksu tarıma yeni alışmış az çok buğday, çavdar ekerek temel ihtiyaçlarını giderebiliyordu. Tarlalar büyük fakat çalışacak kişi yok denecek kadar azdı. Bütün tarlalar kara sabanla aktarılıyor hasat şimdiki gibi 10 gün içinde bitmeyip kar yere düşene kadar devam ediyordu.
Jandarmalar geldiğinde; Aksu, çıkacak savaşın kendilerini ne boyutta etkileyeceğinden habersiz bir haldeydi. savaş haberlerini duymuşlardı fakat onların savaşı artık tarlaydı. 1896’de doğmuş bütün Aksu’lu gençleri bu çıkan savaşa asker diye çağırdılar. O dönemde kimi yeni evlenmiş kimininde boy boy çocukları olmuş, kimi daha evlenmemişti. Bu gençler AKSU ve ANAMAS diyarını iyi bilirlerdi fakat savaş çıkan cepheleri hiç duymamış ve bilmiyorlardı.
Çanakkale, Yemen, Kafkas gibi cephelerde savaşa katılmaları onların ilk defa büyük bir devlette yaşadıklarını fark etmelerini sağladı. Daha önce vatan onlar için sadece davar otlattıkları ve çift sürdükleri topraklardı. Fakat şimdi koca bir vatan sathına gavurla dövüşmek ve cenk etmek için gidiyorlardı.
En açıklı hikayeler Yemende yaşandı, Anamas’tan giden askerler Tehame çölünü 3 günde geçebildi. Çöl biter bitmez geçilmez dağlar başlıyordu. Sana'ya ulaşmak için de 3 gün dağ yolculuğu yapmak gerekiyordu. Dere tepe dağ yolculuğu, sıcak çölden sonra değişen hava sıcaklığıyla daha da bir çekilmez oluyordu. Ama Sana'ya ulaşmak için binlerce metre yükseltiler aşılacaktır. Mikroplu suları dağ eteklerinde farkında olmadan içen Mehmetçikler dağ yolculuğu başlayınca kendini salgın hastalıkların pençesinde buldu. Tedavi edilebilenler yolculuğa devam eder ama binlercesi için dağların Yamaçları Türkler Mezarlığı oldu.
Osmanlının verdiği askeri kıyafetle Anamaslı ilk defa karşılaşıyordu Dedelerimiz elbiselerini bağlayarak giymeye alışmışlardı. Fakat verilen kıyafetler düğmeliydi. askerler ceket ve kaput düğmelerini iliklemiyorlardı ve bu nedenle düğmeler kaybolmaktaydı. bu nedenle kıyafetler askeri soğuğa ve sıcağa karşı koruyamıyorlardı. O çöllerde geceleri soğuktan titreyen gündüzleri sıcaktan pişen genç yaştaki dedelerimiz çok sıkıntılar çektiler.
Tamamen yürüme üzerine kurulan sevkıyatta ayakları parçalandı. Alışkın olmadıkları için Kunduraların bağlarını kullanmayıp, bu bağları atıyor ve ayakkabılar kısa süre sonra deforme olup elden çıkıyordu. askerlere memleketlerinde kullanılan çarıklar verilmişti, ama topuksuz terlik şeklindeki çarıklar hızlı yürümeye elverişli değildi. çizmeler uzun yürüyüşlerde parçalanıyor, çamaşırlar yenilenmediği için paçavraya dönüşüyor, ceketler soğuğu tutmuyordu sıcağıda anında vücuda geçiriyordu.
Anamas’lı askerler şimdiden memleketini arar oldular. Fakat bu askerlikti. Başındaki komutanların ciddiyeti askerlere de yansımıştı. Onların masum duyguları ve hisleri Savaşın acımasızlığı karşısında Bozkırda sıcaktan kurumuş ve kavrulmuş otun alev karşısında anında kül olması gibi bir şeydi. Zira karşılarındaki kendileri gibi Müslümandı. İngilizlerin kışkırttığı Müslüman Araplar çete savaşlarıyla Osmanlı ordusuna zayiat verdiriyordu. Arap Kabileleri Kutsal şehir Kudüs ve diğer topraklar için Arap Milliyetçiliğiyle zehirleniyor ve Osmanlı’ya karşı kışkırtılıyordu, İngilizler Petrol için daha Kuzeylere (Kerkük-Musul’a) ilerlemek istiyordu, Osmanlı askerleri ise savunmada kalıp vatanın bir karış toprağını vermek istemiyordu.
Peki bu kirli siyasette Anamas’lı şehitler bu savaşa nasıl anlam veriyorlardı. Aslında onlar oynanan oyunun farkındalardı. Arap kabilelerinin nasıl İngilizler tarafından kullanıldığını, İngilizlerin verdikleri sözlerinin arkasında durmayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Nitekim çok geçmeden Arapların orta yerine bir İsrail Devleti kurulduğunda Araplar çoktan pişman olmuşlardı.
Tarlasında sarı öküzün sabanla toprağı nasıl devirdiğini anlatan Türkmen şimdi bu topraklarda nasıl toprağa devrilmeyeceğinin kara kara hesabını yapıyordu. Bir çok silahı bu cephede gördü Türkmen, makineli tüfekleri, uçakları ve diğer bir çok ölüm kusan aletleri. Karşısında durmak bilmeyen kabilelerin saldırıları ve İngilizlerin alçak hırsları Anamas’lı askerleri bir bir toprağa düşürdü. Osmanlı ordusu çekilirken bile saldırılara maruz kaldı. Kesin ve acımasızca bir yenilgiydi.
O sıcak çöllerde şehit olan Anamas’ın erleri kumlar altında kaldı. Yırtılmış ve paçavraya dönmüş elbiseleri yara olmuş ayaklar ve sırtında bir kurşun yarasıyla öylece kalı verdi. Yönü Anamas’a doğruydu zihninde yeni doğmuş evladının güzel cıvıldayan gözleri ve Her bir karışta ayak izinin olduğu Anamas’daki kepir tarla.
Şiiriniz çok güzel büyük dedemi ve küçük dedemi o kadar güzel anlatmışsın ki canım dayım yüreğine sağlık güzel yüreğin var olsun gerçek hayat hikayemiz ancak böyle güzel anlatılırdı ayakta alkışlanacak birisin yiğenin olarak seni çok seviyorum inş bizde kişiliğine ereriz inş bizde böyle gerçekleri şiirlerde yansıtırız sevgilerle kal seslendirme için durak yiğit canım abime teşekkür ediyorum rabbime emanet olunuz...
işte bu seferlik böyle oldu af et sevgilerle kal saygımlasın her daim fonu ben yükledim şiire göre kusuruma bakma dayım selametle kal arkadaşlık isteğini kabul et durak abinin facede tamam hoşçakal
sağol canım ben de seni kutluyorum,Yiğit Bey'e de benim bu çekilmez mısralara dayanma gücü gösterdiği için şükranlarımı sunuyorum...Yalnız yemen türküsünün müziği ile okunsaydı o günü daha canlı yaşatırdı...slm
sağol canım ben de seni kutluyorum,Yiğit Bey'e de benim bu çekilmez mısralara dayanma gücü gösterdiği için şükranlarımı sunuyorum...Yalnız yemen türküsünün müziği ile okunsaydı o günü daha canlı yaşatırdı...slm
işte bu seferlik böyle oldu af et sevgilerle kal saygımlasın her daim fonu ben yükledim şiire göre kusuruma bakma dayım selametle kal arkadaşlık isteğini kabul et durak abinin facede tamam hoşçakal
sağol canım ben de seni kutluyorum,Yiğit Bey'e de benim bu çekilmez mısralara dayanma gücü gösterdiği için şükranlarımı sunuyorum...Yalnız yemen türküsünün müziği ile okunsaydı o günü daha canlı yaşatırdı...slm
sağol canım ben de seni kutluyorum,Yiğit Bey'e de benim bu çekilmez mısralara dayanma gücü gösterdiği için şükranlarımı sunuyorum...Yalnız yemen türküsünün müziği ile okunsaydı o günü daha canlı yaşatırdı...slm
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.