Özlemin Sınır İhlali’Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is, a ş k ! kaprisli bir çocuksun sen istediği olmayınca şımarıklık eden! kaç devrim yaptın gözlerime kaç eylem düzenledin yüreğime ve kaç baş kaldırıda militanı oldun düşlerimin dilim yanıyor adını zikrederken artık dilimi gusledeceğim kelimelerden hoşçakal gülüşünde çoğaldığım/eksildiğim sevdam! s e v d i ğ i m ; suskularım büyüyor sesler içinde çıplak kalmış ruhumda yangınlar yükseliyor yangınlar içinde buzullar eriyor sen neredesin, hangi karanlıkta? titreyen ellerim avucumda yanıyor! bağlanmaktan korkan yürek yangınını yılların yorgunluğunu, yaşanmış/yaşanmamışlığı yozlaşan hayatları, yaşlanmış anıları yaşarmış gözlerin puslu buğusunu iyi biliyorum! biliyorum da, uzun uzun anlatmamın sebebi ’sevgili anılar...’ sınırlı/sınırsız ağrılar, iç ağrıları iki gözüm! ey aşk sen nelere kadirsin! kopmamak için hiç birleşmeyen yürekleri anlıyorum, anlıyorum da, geçen zamana sığdırıl(a)mayan sızım sızım sızlayan ruhumu yatıştıramıyorum adresi belirsiz iç yangınımı/sevdamı nerede unuttum? bir karanfil soluyor/yok oluyor çok uzakta ahh merhamet bizden ne kadar ıraksın ve sabır aşktan ne kadar razısın? en çok annemin eline yakışıyor/yaraşıyorken şefkat senin bu bakışının adı hiçbiri değil ! sürgün bu göz değme anının yükü gözlerimde ağırlığıyla oturmuş ruhuma, h a d i s o y u n g ö z l e r i n i ! ! ! timsali yok apansız yiten ufukta bakışının izlerinin g e l ! önüne kat da gel korkularını çok uzak değil, hiç değil inan aşk! böyle olmaz, olamaz, uzak durulmaz sevdiceğim sözlerimin sadeliğinden anlamalısın samimiyetimi tedirgin yolcuların kayıp limanlardaki panik hali seninkisi b ı r a k ! bırak artık şu dünya işlerini/sebepleri çoğalıyorum bak görmüyor musun uzaklaştığımızda kıskançlığa teslim olmadan aklım bitir artık içinde zamansızlığımızı/vakitsizliğimizi ki dinmiyor/sönmüyor işte, görmelisin! - y a n g ı n ı m ı z ı n d e h ş e t i n i - a ş k b u ! dinlemiyor; kulakları sağır, paslı, ağ örmüş, duymuyor! görmüyor; streçlediğimiz kalplerimizi, bilmiyor! anlamıyor; kaçmaya çalıştıkça yaklaştırıyor! ö z l ü y o r d a ö z l ü y o r a ş k i ş t e ; idam sehpasındayken ikimiz iştahlıca tabureye vuruyor, cellat gibi! öldürüyor, öldürüyor, ö l ü y o r ! başka şeye benzemiyor -bulupbulupyitirmektenbaşkatarifiyokki- şimdielimdekitespihinboncuklarıgibiözleminsabırlaçekiyorumhasretini fulya/ekim2010 |
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz...’
çok güzel...
Siste göz gözü görmez aslında değilmi? Hatta sisin içindeki bir nebze görürken önünü, içinde olmayıpta dışarıdan bakan sis der geçer, ve mazallah çoğu kez kaza meydana gelir.
Kaza dedimde kader bahsi geldi aklıma ve derlerki üstadlar; Kaza vukuu bulacak ki kader gerçekleşsin. İmanın esaslarındandır ki kaza ve kadere inanmak ve en derin meselesidir nice alimin bu konuda kendini kybetmesi.
Sis değildiniz siz. kesinlikle doğrudur, Sİz mum alevinin bıraktığı is tekilerdiniz. SAdece siz görebildiniz birbirinizi, dışarıdakilerin nasıl kazaya mahal verdiğini anlayamadınız belkide çoğu zaman.
Nesimiye sormuşlar o yar ile hoş musun?
Demişki hoş olayım olmayayyım o yar benim kimene.
Bir zamanlar başıma bir hal geldi, öylesine başladığım bir ilişkide Kazaları kendi ellerimle gerçekleştiriken, sadece is zannettiğimin içine girdim ve aslında sismiş girdiğim. Önümde ondan başkası yok tu gördüğüm,bir onu görüyorken gözlerim tüm yanlışlarını isle kapladım, görmek istemediğime sadece bakar oldum görmedim.
Gönlüme taht kuranlar geldi yanıma, kimdi bunlar hayatımda olmazsa olmazlarım , bir taneside arkadaşımdı aslında. Dediki, gittiğin yol yol değil, bilmiyormusun sen bu apaçık oratada. deselerde sisten çıkana kadar farkedemedim . Biraz saçma salakmı oldu yazdıklarım ama , kelimelerim içimdekileri anlatacak kadar çok fazla zengin değiller.
geçiyorum bu olayı..
Bir zaman sonra fulya, göz gözü görmez bir sisin içinde yalnız kendinizi görüyorsunuz aslında. Ve bir zaman sonra gördüklerinizin de ne olduğunu kavrayamaz hale geliyorsunuz. Zehri şerbet diye sunarken birbirinize ikinizde yudumluyorsunuz hiç sorgulamadan. Önünüze konulan uyarı levhaları, trafik polislerini hiç umursamadan devam ediyorsunuz yolunuza. Ve kabullenmek istemediğiniz ayrılık kapınızı bir şekilde çaldığında, son zerresine varana kadar veriyoruz kendimizden bir parça. Her defasında eksiliyoruz - sen şimdilik bunu al sevdama dokunma der gibi... hani demişsiniz ya "hoşçakal gülüşünde çoğaldığım/eksildiğim sevdam!" eksilenin ne olduğunu tebessümlerinizde çoğaldığınız hallerinizi gülemediğiniz zamanlarda anladığınız zaman oluyor çoğu kez.
bak; aslında sonraki kıtalarda kendinde söylemişsin aslında.
s e v d i ğ i m ;
suskularım büyüyor sesler içinde
çıplak kalmış ruhumda yangınlar yükseliyor
yangınlar içinde buzullar eriyor
sen neredesin, hangi karanlıkta?
titreyen ellerim avucumda yanıyor!
benim yazmama ne hacet onuda bilmiyorum. Neden bildiğiniz şeyleri siz yada bir başkasına yazarak anlatıyorum onuda bilmiyorum. Ben ara ara girerim yazarların hayatlarına , birden gelir birden gidiveririm. bir iki günde sizi buldum fazla meşgul etmeden , zamanımı doldurunca vel hasıl tüm yazdıklarınızda aynı bağlantıyı yakalarsam yada sizin değiminizle çözersem davincinin şifresini kalmamA lüzum kalmıyor. Yani zaten sizin anlattığınız aslında hep aynı duygular belkide, sadece yaptığınız resimlerdeki güneşli havayı yansıtışınızdaki mavinin tonunun değişik şekillelrde uyguladığınız gibi. yada derenin köpüklerinin , hep aynı dere olmasına rağmen bu gün neden köpüklü olması gerektiğini rüzgarın suyla ortaklaşa yaptığı dansı görselliğe vurguladığınız gibi.
Sevdiğinize yakarışınız başlamaya başladığı andan itibaren suskularınız başlıyor . negüzel insanın kabullenmesi. konuştuklarının sadece fısıltıdan ibaret olduğunu anlayabilmek, ve hiç bir sesin yürektekini yansıtamadığını bilmek. Belkide onun için heykel traşlar , ressamlar ve müzisyenler peydah oluyor, duygularını başka bir şekl le anlatmaya çalışıyorlar. seslerin içinde suskunluğa bürünmeniz bende bir yığın mana barındırıyor; İnsanlar içinde kayboluşunuz, istediklerinizi bir türlü anlatamayışınız yada O ne derse desin sizin bir tek şeyi anlayışınız. İnanın daha bisssürü var. Çıplak kalmış ruh, bedenin terketmesiyle gerçekleşiyor. Ruhunuz bedenden ayrı oluyor uykudaki küçük ölüm misali.
Menopoza girmiş hanımlar gibi kışın ortsında yanabiliyor beden, hasta olmamanız ihtimali çok düşük. Ama aşk libasını giyince, yada o şımarık şey elinize değince ; İlacın endikasyonları gibi kondikasyonları olduğu gerçeği karşımıza bir kez daha çıkyor işte.
Sen enrdesin hangi karanlıkta sorusunua cevabı yine ilk mısranız cevap veriyor; mum alevinin isinde fulya...
Ellerin kendi avucunuzda yanmasının nedeni belkide avcunuza aldığınız elin O nun eli olması hayali.
VE yahut yazdıkalrımın tümü yalan ve safsatatdan ibaret.
HEr satırınıza tek tek yazmaya mecal yok. .buraada da anlatılmak istenen belli. Bildiğimiz soruların cevabını duymak istemediğimiz şeyler oluşturyorsa, ümitsizliğe düşmemk için üstümüze serpiştirdiğimiz aşk tozları oluveriyor vesselam.
yuh dedim yine kendime.
haydi kalın sağlıcakla..