SIRADIŞI BİR GİDİŞİN SIRADIŞI ŞİİRİ
Sabahtı, ama ne garip bir sabahtı, uyuyordu
Günün ilk ışıklarının presinde, can çekişiyordu kuşlar Ayrılığın gövdesi ağır ağır büyüyordu hasretlerde Kahkahalar daha başlamadan bitiyordu Kırlangıçlar ve serçeler tarihlerinde ilk defa birbirine küsüyordu... Valizini toplamıştın Sen bilmiyordun, ben o zamanda ordaydım Ve sen arkanı dönmüştün O zamanda gidiyordun Yüzün buruktu, canın sıkkın, ama belli etmiyordun Bense susuyordum Sustukça ölüyordum ama öldükçe konuşmuyordum... Sıradan bir veda anı değildi bu bilmiyordun Kavuşmak için yırtılmıyordu her gün takvim yaprakları ve duvarların paramparça ederek atılan çizgiler Seni bana bir adım daha yaklaştırmıyordu... Git gide uzaklaşıyordun Okyanusa açılan dev bir gemi gibi Gittikçe gözden kayboluyordun Gözden kayboldukça topyekûn bütün yağmurlar bana yağıyor Bütün yıldırımlar ardı ardına bana düşüyordu Ve sen, ne olursa olsun Cennetten kovulmuş rengârenk bir orman gibi büyüyordun içimde... Sıradan bir veda anı değildi bu Ben o günde ordaydım, sen bilmiyordun Annen, baban, sen ve birde ben Ellerimizi göğe kaldırıp Allah’a emanet ediyorduk seni Ben o zamanlar henüz materyalizme kafa yormamıştım Henüz iki arada bir derede kalıp, iki gram aklımı da bir hiç uğruna kaçırmamıştım Marx, Lenin, Stalin, Engels, Mao zedung, Fidel Castro ve Ernesto Che Guevara Henüz, gördükleri güzel bir düşü gerçeğe uyarlamaya çalışan bu hayalperest adamların hiç birini tanımamıştım Bağışlayan ve esirgeyen, Allah’ın adıyla diyerek, yola vuruyordum seni... Kilise çanlarına ihtiyar yarasalar ehemmiyetsiz bir gülüş gibi tünemekte Cami avlularında ise taklacı güverciler ekmek kırıntısı derdinde didişmekteydiler... Yağmur daha bir güzel yağıyordu o zaman, biliyormusun? Her bir Damla Suyun toprakla buluşmasında; Çingene kızlarının etekleri tutuşuyordu düşlerimde Görsen beni o ara tanıyamazdın Can havliyle boşaltılan bir karnaval yerine benziyordum Saçlarım uzundu Cebimde bir çorba ve iki bira parasından bir adım öteye gidemeyen bir imkân Olsun nede olsa bir şeyler yapacaktım ve yarınki maçı kazanacaktık Şimdilerde olmadığı kadar, emindim o zaman kendimden Sendende emindim... Ne annen ne baban nede sen bilmiyordun Ben o zamanda ordaydım ve sen o zamanda gidiyordun Gökyüzü dar ediyordu kuşlara kendini Boğazlanmış gencecik bir karanlığın vebali çöküyordu üzerime Sular, küçük büyük ayırt etmeden boğuyordu bütün balıkları Bilmem kaçıncı dünya savaşı patlak veriyordu o ara Başka yer yokmuş gibi İlk bomba, benim pencere önü çiçeklerime düşüyordu Ne çok şey oluyordu, görüyordun ama Sen ardına bile bakmıyordun yalnızca gidiyordun... O zamanlarda ağır ithamlar yüklüyordun bana Nasıl önemli bir misyonu erkenden omuzlandığımı bilmiyordun oysa Çocukken mahallenin ağır abisinin aşk mektuplarını taşırdım ben Bir minti cikleti parasına Gön iki nokta üst üste Şükrü yazardı mektupların üstünde O, gön: kelimesinin, ne anlama geldiğini uzun süre anlayamamıştım Aslında kıza mektupları verirken nasıl zoruma giderdi bir bilsen Ama ne yaparsınız abiler, ‘ciklet parası’ işte Anlayacağın, bir minti cikletinin parasına satardım o zamanlar aşkımı Adi miydim neydim? Mektup trafiğinde gidip gelirken Kanserli bir adamın kullanıp attığı hastane malzemeleri çarpardı gözüme Serum, hap kutuları, enjektör vs. Başlardayken, sonlardakine tanık olmak nasıl bir histi anlatamam Birde sütçünün eşeğine rastlardım her gidip gelişimde Kulaklarını dikip, pis pis bakardı bana, merdiven altından Sanki bir şeyler ima etmeye çalışır gibiydi Çekip indiresim gelirdi onu oracıkta ama Dua etsin ki elimde mektup ve epey de bir acelem vardı... Şükrünün aşkı? O mahalleden taşınmıştık Bir müddet sonra gittiğimde Şükrü bir yana kız bir yana Bir minti cikletinin aracılık ettiği aşk işte, ne beklersin Sütçünün pis bakışlı eşeği? Hususi gidip baktım Onun yerini de başka bir eşek almıştı, epey de yaşlıydı zaten Ah ulan ah, bir punduna getirip haklamalıydım o kahpeyi sağlığında Bir bilsen, 22 yıldır içimde nasıl bir ukde kaldı Ya kanserli adam? Onun akıbeti de sütçünün eşeğiyle aynıydı anlaşılan Ortada ne sapan yapmak için bir serum nede su fışkırtmak için enjektör Anlayacağın hiçbir şey eskisi gibi kalmamıştı Zaman faili meçhul cinayet uzmanı, ne garip bir katildi... Hiçbir şey eskisi gibi kalmazken bile sen kararlıydın gidiyordun Sevdiğin eşyaları bir bir, ben yerleştirmiştim valizine bilmiyordun Annen, baban, sen ve birde ben vardım Arkandan bir kova su döküyordum Suyu döktüğüm anda her şey bitiyordu Suyun betona çarptığı anda Sen benden gidiyordun Yoksa! Yoksa olan biten her şey; suyun betona ilk çarptığı anda, çıkan sese mi endeksliydi diye şüpheleniyordum? Ama bir tek şeyi çok iyi biliyordum Ben o zamanda ordaydım Ve sen o zamanda benim orda olduğumu bilmiyordun Arkanı dönmüştün Ve yalnızca, hakkımda illegal yoldan vur emri almış bir tetikçi gibi Görevini ifa ediyordun Ardına bile bakmadan Gidiyordun, gidiyordun, gidiyordun... Mehmet Akif Çetinkaya |
sıra dışı bir şiir..