MESAFELERŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Gençlik yıliarımda, oturduğumuz mahallenin aşağı kısımlarında yaşayan bir adam vardı. Adı Aslan’dı ama herkes onu Perişan diye anardı...
Aslında bahçe içinde güzel bir evi olmasına rağmen o sokaklada dolaşır akşama kadar eski şeyler ve hurdalar toplar, akşamüstü de şarabını alır,kirden deriye benzemiş ceketinin altına saklayarak o mıntıkadaki boş arsalarda(o zamanlar istanbulda çok vardı) bir ağacın dibine oturur orada şişesiyle sabahlardı… herkesin horlayarak baktığı ve uzak durduğu bu adamın dünyasını çok merak ediyordum. Bir gece şarabını çekerken yanına gittim, onunla konuşmayı denedim. Sonunda ilgisini çekmeyi başardım ve bana içini dökmesini sağladım… Titreyen sesiyle anlattıklarından çok etkilenmiştim… Çok acı bir hikayesi ve haliyle mütenasip olmayan inanılmaz bir olgunluğu vardı. Ona saygı duymuştum... -Sana uzak yok ki, olmamalı demişti, çünkü ona göre ‘uzak’ varılması, kavuşulması imkansız olandı… Ve yine; -ben demişti -uzak mesafelerin ötesinde kilitledim hayatı… Acı hikayesinden ve bu perişan adamın içindeki Aslan’dan çok etkilenmiştim...Eve geldiğimde sanki ben başka birisiydim… Onun anlattıklarını yazıya döktüm sabaha kadar… O yazdıklarım elime geçti geçenlerde ve onun ifadelerine sadık kalmaya çalışarak şiirleştirmek istedim… Ruhumu törpülüyor benden olmayan bir ‘ben’ Yokluğun kıyısına tutunmuş son noktayım, Ne bir beklediğim var, ne de beni bekleyen Özlediğim her şeye varılmaz uzaktayım… Bir an ufka dökülse bir hayalin perçemi Susarım çığlık çığlık, kimse duymaz bilirim, Uzakların yâdında kanayan her parçamı Sızlayan gecelerin bir yerinde bulurum… Sükûtuma saplanmış ağulu hançer gibi Âhımda, nefesimde yaradır mesafeler, Her gece bu sokakta nöbetçi asker gibi Gözlerimi diktiğim karadır mesafeler… Gurbet akşamlarına sığınmış efkârımla Zamansız firarların zamansız düşündeyim, Asumanı dolduran sessiz ahuzârımla Sanki istikametsiz bir yolun başındayım… Zamanı yere çalıp karanlığı boğmuşum Varsın perde olmasın sonsuz mesafelere, Girift bilmecelerde beni benden kovmuşum Artık gümanım olmaz ‘ben’siz mesafelere… Bir adımla başlar ya en uzun yollar bile Bir daha ve bir daha… Her adım boğum boğum, Bilinmez ne gün varır o huzurlu menzile Bu umutsuz gurbette seyreden yolculuğum… Cemal Varol Harika yorumuyla şiirime hayat veren Mustafa Doğan kardeşime gönül dolusu teşekkürler... Hazan aynasında sır olan bir çığlık ömrüm Ne gül duydu sesimi ne de yakın uzaklar Divane miyim neyim gamla dağlık ömrüm Güneşin saçlarından düşer kara tuzaklar....................Manisalı (Meryem Aslan) BİR ÇIKMAZDA SIĞINAK LİMAN ARARKEN GEMİM DALGALAR TOKATLADI, DURDU DURMADAN GECE EN SONUNDA TUTULMAZ OLDU BAK SABIR GEMİM BOŞVERMİŞLİĞE DÜŞTÜ, BAK HAYATIM BÖYLECE.......Bayram Ali Bülbül |
Önce 'Mesafeler 2'yi okumuştum. Sonra bunun öncesi de vardır, düşüncesiyle bu şiire geldim. Adetim olmadığı halde hikayesini okudum. Çok yürek burkucuydu. 'Neden bunu biraz daha genişletip bir hikaye yazmamış ki şair" diye düşündüm. Hala da yazılabileceğini düşünüyorum.
Şiirde çapraz kafiye kullanmışsınız. Mimari bakımından zor bir tarz bu. Genellikle şairler bu tarzda kendilerini dağılmaktan zor kurtarırlar. Siz de kendinizi dağılmaktan kurtarmışsınız; ki şiiri güzel kılan da budur.
Şiirin şekil hususiyetlerini bir yana bırakıp muhtevası hakkında birkaç kelam söylemek istiyorum. Bizde iki tip şair vardır: Birincisi tablo şairidir. Size bir yerin manzarasını çizer; ikincisi o taplonun içine girerek onun ruhuna dalar. Şiirde asıl olan da budur. Bunu basit bir misalle açayım. Biri tutar bir caminin dış görünüşünü, içinde bulunduğu mekanın bütün güzellikleriyle bize anlatır. Minaresi şunu benziyor, kubbesi şöyledir, arkasından batan güneşin ona verdiği renk onu şuna benzetmiş vs... Bu şairliğin en basit -tabiri caiz ise 'zenaatkarlık'- halidir. Bir başkası bu caminin içine girer, oradaki havayı teneffüs eder, gördüğü her güzellik karşısında ruhuna nakşolunan hisleri anlatır. Mesala Yahya Kemal'in 'Süleymaniye'de Bayram Sabahı' şiiri böyledir. Siz bu şiirde o adamın perişan halini anlatabilirdiniz bize. Saçını, sakalını, pejmürde kıyafetini, ağacın altındaki iç burkan halini vs. O zaman bu tablo olurdu ve şiirin de pek kıymeti olmazdı; çünkü buna benzer sürüyle insan var -ne yazık ki- memleketimizde. Yani bu o zaman herhangi bir adam olurdu. Oysa siz onun iç dünyasını, hiç kimseye benzemeyen -veya çok az rastlanan- düşüncelerini, hayat karşısındaki tavrını, hissettiklerini anlatmışsınız. Şiiri değerli kılan işte bu derinliktir. Günümüz şiirinde de en büyük eksiklik -belki de hiç farkında olunmayan- işte bu derinlik fakirliğidir. Ben şiirinizi bu açıdan çok güzel buldum.
Şiirde 'İlk adımla başlar ya en uzun yollar bile' mısraının 'ilk' kelimesiyle değil 'bir' ile başlaması gerektiğini düşünüyorum; çünkü 'ilk' nitelik belirtir. Her ne kadar sıralama ifade etse de nitelik yönü de vardır bu sıfatın; oysa 'bir' nicelik ifade eder, birden sonra diğer sayılar gelerek sonsuzluğa doğru bir uzayış başlar. Bilmiyorum; ama ben böyle hissettim.
Bu şiirinizin kudreti karşısında 'Mesafeler 2' oldukça basit kalmış. Ben olsaydım, onu yazmazdım; çünkü bir şiirin gölgesinde kalan ikinci bir şiirin anlamı yoktur.
Sevgi, saygı ve selam ile..