Güneşten Geliyorum (3)
hafif es rüzgar
hafif durulsun deniz karıncalar su içsin kıyısından sabahın ışığı sessiz gidiyor aramızdan rüzgarlarla kardeş oldum kaç kez kaç kez kırdım çeliği belinden fırtınalarla bugün hafif es rüzgar hafif es Güneş değiyor denize dudağına tuz olayım üstüne kan aydınlığı örtünüp alıp başını gider gök sabaha deniz olayım ağıdımda her sabahın ışığı var kara giymezdi bu deniz toy gökyüzü uzatırken göğsünü deniz emiyor süt akıyor güneşten çocuk bu Karadeniz çocuk on beş takım yıldızımı emiyor geceleri bir yıldız var orada zincirli prensesim Andromeda değdi çelik bir bıçağın parıltısına Sürmene’de uşaklar neden çamur sıçrıyor bastığın yerden mal yükleyen hamallar kendi istifini taşır Kahya’nın tükürük çamurundan bir ülke kirleniyor akrepçe akıtır zehrini onulmaz sol yanım yağmur yağar üstüne Değirmendere’sinin Sürmene çamur kim bilirdi kastını Trabzon İskelesi’nin topal zekanın keskin bıçağı yol kesen Kâhya Yahya tarihin akışını kesiyor boğazından kayıkçılarla Kâhya Yahya kara belası olsan da sabahın uzayıp gider sevdamız denizde kaç kat gece Ocak ayının 28`i `Kan Konuşmaz` "Ne bir vapur dumanı, ne bir yelken." kaç kat küçük Bandırma Vapurundan gökyüzünün yıldızlarını taşır Değirmendere’de tek taka deniz Güneşe karışırken hırçınlaşır daha da sessiz geliyordu topal balığın bıçaklı kahyası ekmek denizinin haraççısı parlıyordu sinsinin hilal hançeri kıvrım kıvrım yılandı motorun hırıltısıyla Yahya Kahya hamlacı yanlış bu hamlacı küreğin aldığı yol denize değil bıçağını tuttuğun devir karanlığa giden dipsiz derin saltanat tacı Güneş’i kamaştıran takımyıldızı kolları arasında on beş can parlıyor bizden İçinde onca acı seksen sekiz yıldızın Kartalı Ethem Nejat Avcı yıldızım Kâzım Ali proleter bilincin oklarını atar yayından sevdası nasıldır kim bilir öpmüş müdür aşkının terindeki ak pınarından Bahaeddin, Emin Şefik, Lir ve Kuğu yıldızımız denizden bir uğultu Kuğu’nun sonsuz çığlığıdır bu vurulurken eşi lirin her teline değdikçe eğilir başı buğdayın insanıma göklerden taşır Güneşi Cemil Nazmim Yay yıldızıdır Güneş’in kaşlarında silinir sürmesi siminin bakamaz yeryüzüne elindeki ayla her ışığı darmadağın 4,5 milyarlık ihtiyarın oğul hüznü vardır altın başında Kâzım Hulusi, Halitoğlu Mehmet, İsmail Hakkı Şimal Yıldızım kayıyor ellerimden şaşkın denizciyim bulamıyorum geceden sabaha çıkmıyor yolum çobanlar kayboldu dağlarımda gece pencereleri yutan bir gece sinsice durdular sabahı yüreğinden vurdular emperyalizme karşı savaş kaçkını bir topalın deyneği Kahya Yahya ey! yudukça kirlenen hançerin suya değdi haraççı fesatçı uçurumlardan denize atttığın vicdanın taşınmayacak kadar berbattı Hayreddin, Mehmet Ali, İsmail Hakkı, Maksut, Mustafaoğlu Mehmet ve Çitoğlu Nazmi İsmail, On beş takımyıldızına değdi Güneş hayat verdiği dünyanın içinde taht kurmuş hainlikten utanır arlanır büzülür içindeki ateş Güneş’in canı demir devrilir bu devrilişin ........ ...bütün tarihî ............ ....... sosyal .............. .... ekonomik şartlarını taşır Güneş’in on beşi zamanın yüreğinden akar bir ıstırap şarkısı büyük ölüler büyük ölüler küçülmüşlerin elinden büyük ölürler dirilir yeniden yürekleri ateşinde sanmayın bir mezar taşıdır Güneş bir annedir yıldız büyür içinde bir şehrin varoşunda çürür ağaçlar sahibinden daha ağıtlı topal bir zekanın peşinde yorgun ve hasta aksırıyor aksıyor hamallar koca bir halk olup kaldırımlardan sürünerek sokakta kirli bir kedi gibi açlıkla sürtünüyor çöp atıklarına kaderini çevirenlere büzülür utançlı bahçedeki gül Güneş sadece sabah doğar sanmayın kanarken Güneş cevherleri her akşam erir alev yeryüzüne casus uydular, uzay yolcuları boru hatları, göçmen kuşları ah ! kıyamadığım göçmen kuşları işgalci uçaklar işbirlikçi topallar sefer var yer yüzüne on beş milyon çoğalarak patlıyor güneş Güneş’in yürek ateşinden kaynamalı diyor sabahın ışığı Suphi parlamalı iş isteyen bilek tencereler dolmalı ............. aşa hasret yaşlıya bitmez bitmeyecek bu dilek Güneş’ten geliyorum ateştendir gemiler saatte 70 000 km hızla dönüyordu sevinçten ekseninde sarılıp aya dağların yücesi gördü gemileri tan yanıyordu serdi denizden ipek halıyı dünya akar gama ışını göğsünden güneşin emer üşümüş Karadeniz yalnızlığı çırpınıyordu on beş kez göğe bir o kadar yere inerek dizildi seksen sekiz takım yıldızı duyuyoruz tan vakti başladı sefer Güneş’in füzyonunda kızıl kırmızı büyüdü bir çocuğun içinde tohum geliyor halk halk ...............Suphi’si sabahın bir çocuğun çığlığına koşarak ................ bağrı kanlı alevlendikçe Güneş Fırtınasıyla uzaya hükmeden Güneş’le yürüyor sanma güneş sadece sabah doğar uzanır güneş rüzgarı akıntısı kanayarak sulara Güneş yarasında parıltı gider kutup tanına, biter bomba uçuşları haberleşme yakar suni uyduların devrelerini sızı var Güneş’ın ışımasında ............sızı var Sait Açıkgöz |
güneşten korkar mı olduk da şiir kendi halinde durur yalnızlığında. ama her ne surette olursa olsun, emek dinlemez karanlığı ve yüzünü sadece insana döner.
akıl ve duygu yoğunluğu ortak bir bilinçte buluşmuş üstadım, içtenlikle kutluyorum. saygılarımla...