2
Yorum
22
Beğeni
4,2
Puan
99
Okunma
Gittiğin uzaklar kadar sesine hasretim; söyleyemem.
Sen, aynanda iki dirhem bir çekirdek kalmışımdır dersin.
Benim hasretim, ruhumun kılcal damarlarında donmuş, siyah bir kehribar.
O kuyudan gelen fısıltıya teslimiyet,
bizi alevden bir çengele astı, içeriden yandık.
Kalbimiz, sonun sonsuzluğa açılan kapısında paslanmış bir kilit.
Araya giren matemler köprüyken;
Biz, unutmayı bir hançer gibi sırtımızda taşıdık.
Hatırlamak, zira mutlaktır.
Sende olduğunu unutup, sırda bekleyen parçayı şaha kaldırmak...
Cenneti cehennemle değiş tokuş değil midir bu?
Biz, uç uca yandığımız o İlk Zaman diliminden geliyoruz.
Kaç kez daha tanışacağız? Yorgun değil misin,
bulup kaybetmenin kum saatini defalarca çevirmekten?
Ben yoruldum, Ruh Parçam, can içim, damlamdan kopan okyanusum.
İçimdeki en ince teli, bir daha koparmaktan yoruldum.
Bu ne şiir, ne de mektup. Bu, vicdanımın kuyusundan yükselen cam kırığı sesi.
Biz, karanın ortasına zorla dikilmiş iki okyanusuz.
Medcezirimiz, dağları tuzla buz edecek.
Sularımız birbirine karışacak, ayrışmak, bu yazgının sahte bir yalanı.
Telâşım, ya bu kaynama noktasına gelmiş aşk, yeniden buz tutarsa?
Tanrım, bu kadar aşk-tanışıklığını
zamanın döngüsünde bir daha, bir daha bize unutturma!
11 Aralık 2026
13:20
Vaha Sahra
5.0
80% (4)
1.0
20% (1)