Adı konulmamış şiir 156
Hangi çağda başladık bu masala,
Gözlerin beni hangi yıldızda buldu, Ruhumun yankısı mıydı sana koşan, Yoksa bir destanın küllerinden yükseldik de Bu dünyada yeniden yazıldı adımız? Zaman döngüsünde seninle ilk karşılaşmamız değildi, Sahi, hatırlıyor musun o rüzgârın tenimizi okşadığı o eski zamanları? Bir şehrin göğsünde, belki Venedik’te, belki Mardin sokaklarında, Sessizce bakışmıştık, bir anlaşma gibi, kaderin mührü gibi. Biliyor musun, adını ilk söylediğimde, Bir tınıydı, hiç bozulmamış, eski bir şarkı gibi, Her hecesi yüreğimde yankılandı. "Seni" dedim, "bekledim." Ve dünya bir an durdu, Belki o anda sen de hissettin, Bizi ayıran asırların iç çekişini. Ama bu dünya… Ne, vakti doğru bilir ne de sözünü tutar. Seni geç gördüm, çok geç. Gün doğumlarını paylaşamadık, Sıradan sokaklarda yürüyemedik el ele, Ve seninle geçirdiğim anlar bir ömürlük oldu. Hani diyor ya Rilke, “Sevda bir işaret bırakır insanda.” Sen öyle bir işaret oldun ki bana, Görmediğim sabahların, Tutamadığım ellerin, Bir cümlede ömrümü geçirdiğim anların adı. Ah be kadın… Neden bu kadar kısa görünür bizim hikâyemiz? Oysa yüzyıllardır seninle bir aradaydık, Her hayat bir sınav, her sınavda bir kavuşma, Ama yine ayrılık, yine hasret. Sana sesleniyorum, Şimdi bu sessiz gecenin tam ortasından, Ey gözlerimden kaçan yıldız, Ey hasretin yonttuğu sevgili… Gökyüzüne bakıyor musun benimle aynı anda? Bir yağmur düşüyor muydu senin orada da Benim bir adım daha uzak kaldığım her nefeste? Bil ki her ayrılık bizimkinden bir parça çalar. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliet, Hatta Neruda’nın adını bile unuttuğu kadını, Hepsi seni kıskanırdı. Bu sevdanın derinliğini bilseler, Hiçbir masalın kahramanı olmak istemezlerdi. Ve hasret, Hasret diye bir şey varmış sevgilim, Mevlana’nın Şems’i özlemesi gibi, Nazım’ın Piraye’ye yazdığı mektuplar gibi. Leyla ve Mecnun’un çöllerinde yürüdük, Hüsn ü Aşk’ın incecik kıvrımlarına düştük belki de Shakespeare’in sonelerini okudum sana, Ama ne Juliet gibi ölmek var bana, ne de mutlu bir son. Sana dokunmak, Bir rüyadan uyanmaya cesaret edememek gibi. Zaman bizi hep parmaklarının arasında tutuyor, Bir kum saati gibi, yavaşça eriyerek… Ah, o sözleşme! Ne yazık ki bu dünyaya geç kalmışız sevgilim, Ağaçların gövdesine kazınan yarım kalmış isimler gibi, İçimde bir yerde hep senin için eksik bir harf taşıyorum. Şimdi seni görmek, Ay ışığının suya yansıdığı kadar kısa ve titrek, Gözlerin bana değdiği an, Sanki bütün bir ömürlük özlemi sığdırıyorum nefesime. Sana sesleniyorum şimdi, Bir masal kahramanı gibi uzaklarda… Biliyor musun, seni beklemek Sonsuzluğun içinde bir anlık yıldız kaymasını izlemek gibi. İkimizin yollarını birleştirmek kayıp zamanlarda iz sürmekti Şunu hatırla kadın, Biz bu öyküyü bitirmeyeceğiz. Ne bu dünyada ne de başka bir evrende. Bir gün, belki başka bir çağda, Birbirimize en baştan bakacağız. Ve hasret dediğimiz bu yara, Belki de işte o zaman iyileşecek. |