Adı Olmayan Şiirler - 41
Taksim’de Travesti Bir Aşk’tı Seni Görmek...
Şehrin yüksek duvarları vardı, içinde milyonlarca hayat besleyen Sokakları kaldırımları sökülmüş yalnızlık tarlası gibi Sarışın bir travestinin gözyaşı değiyor kırmızı ruj lekeli sigaranın üzerine Aptalca şarkılar çalınıyor büyük camlar ardında ve şuursuzca dans ediyor siyah bıyıklı adamlar ile saçları kızıla boyanmış kadınlar Bir sokak çocuğu çığlık atıyor darbukasında para büyütmek icin Klarneti çalan adam hırsıza benziyor bir parçadan fazlasını bilmiyor zaten Bir karadeniz türküsü gibi şimdi tüm yollar hareketli ve fıkra tadında Kapılarında güvenlik görevlileri duruyor ışıltılı binaların genelev kapısındaki kolluk kuvveti gibi ürkütüyor reşit olmamış çocukları Şehrin kalbine çıkan sokakların kenarlarına saksılar konurdu içinde sigara izmaritleri ile boş pet şişeleri çoğalırdı bir kadın satıcısına aşık olan sokak fahişesinin sakızı yapışırdı sonradan görme sosyete güzelinin topuklarına Tinerci çocuk son bir lirasına taliplenirken yol kenarındaki şarapçının şarapçı da açlığını yumruklayıp susmasını öğütlüyordu soğuk gecede Dip bucak temizlik yapan belediye görevlilerini selamlıyordu kırmızı arabasıyla simitçi Susamları çok diye 1,40 yapmıştı simitçiler odası susamsız çatalın da açmanın da fiyatı artmıştı ve aç kalıyordu sokak kedilerini besleyen kaldırım insanları Bedenini satanlara fahişe diye sesleniyordu ruhu fahişe olan adam kılığındaki sürtükler ve acımıyordu teninin parçasını karın tokluğuna satanlara Çelişkisi kendisine açtı bu şehrin ve en namuslusu idi bedeninden bedeller ödeyenler Kahpe bir bakışın hesabını soracaksa eğer tanrı en çok kendi adını kullanıp sokak satıcıları ile sidik yarıştıran ben oldum budalası din bezirganlarını çekmeli sözlü ve yazılı sınava cehennemin tadına ilk onlar bakmalı ki dünya da bir tek yürek yakmanın ne demek olduğunu anlasınlar diye sokakların ışıkları sönüyordu eylemcilerin tenine ilişen su damlaları üşüyordu gökyüzüne yükselen sis dumanı gibi gaz bulutları genzi yakıyordu gözlerden yaş getiriyordu ölüm meleğinin şehirdeki elçileri gibiydi sanki her bir sis tanesi kentin arka sokakları şiddet kusuyordu bedenler kaldırımlara göç etmişti pazarlıklar gecelikti sevişmeleri anlıktı acıyan yüreklerin hiç pahasına pazarda değersiz bir paçavra gibi savrulması acıtıyordu düştüğüm kaldırım taşlarını insanlık ayıbı değildi tanrının ayıbı değildi yüreğin ayıbı hiç değildi düşüncelerin ve inançları ayıbı idi yok sayılan ve silinmek istenen bedenler tükürüğünü asfaltta eriten bir erkek çocuğunun acıyan canının etek boyu kısalığında idi ömrü perdesini indirmişti şehir ışıklarını yakmıştı tüm odaların pazarlıklar yapılıyordu ucuz otel köşelerine gecelik tatminler satmak için bedenlerin bedeli yok derdi tanrı eşsiz yarattım derdi şimdi birkaç liraya savrulup duruyor cüzdan kalınlığı sevişmelere bu şehri fahişeler değil ruhunu yitirmiş insan müsveddeleri işgal etmişti zulasında sakladığı iki ucu keskin bıçağın üzerine kazıdığı kan damlaları ile hangimizin düşü idi düşüvermek düşten düş gezgini misali yollara kusmuğunda boğulası öfkeleriyle kendini yitiriyor kaybedilen zamanlar doğumu sadece gökyüzü yaşıyor karanlığı üzerinden sadece gökyüzü atıyor sokakları çocukları, travestileri, fahişleri ile halen karanlık ve soğuk içinden parçalar söküyor döngünün acıtan gitgelleri ile doğma diyor çocuk korkunun ecele faydası olmasa da sen doğma çocuk en ahlaksızının bile ahlak bekçisi olduğu bu sokaklarda yüreğinin masumiyetinin üzerine çektiğin rimelin, rujun, ojenin ve eteğinin seni sadece bir melek gibi gösterir melekler sevabını yazdıklarında en çok sen cenneti hak edeceksin yağmur teninden döküldüğünde tüm cehennemleri sönecektir bu kentin ve özgür olacaktır düşlerin |