MEZAR BAŞINDA
İstasyon caddesinde attığı adımlara yenik düşüyordu adam
Adeta her attığı adım onu geriye götürüyordu Raylardan geçmekte olan trenin sesi Attığı çığlıklara karışıyordu İnsanlar, sessiz vedaların çığlıklarını içine atardı Ama o, öyle yapmadı Sevdiğinin gidişine sessiz kalamazdı Çünkü bu gidişin dönüşü yoktu Avazı çıktığınca bağırdı Çok geçmeden ağzıyla birlikte yüreği de kurumuştu Bu arada aklından korkunç bir düşünce geçti Kendini trenin altına atıp çektiği acılara son vermek istedi Ama yapmadı Etrafındaki meraklı gölgeler gözünde büyürken mahzundu İçinde büyük bir pişmanlık vardı Vücuduna da bir tireme gelmişti Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı Yeni bir hayata Yeni bir yaşama başlamak kendisi için çok zordu Çünkü kendisini, kara kaderinin Çaresizliğine mahkûm etmişti Alnına yazılan bu kara kaderi de mecburen yaşayacaktı Çok geçmeden ayakları, kendisini mezarlığa götürdü Geldiği mezarlıkta umutsuz ve karamsardı Hem bedenen hem de ruhen tarifsiz acılar çekiyordu Dünyaya artık yük olduğunu düşünüyordu İçinde de zerre kadar yaşama arzusu kalmamıştı Elleriyle, sevdiğinin mezar toprağından bir avuç aldı Burnuna götürüp kokladı Sonra da sevdiğiyle konuşmaya başladı Toprakta sen gibi kokuyor Hava da soğuk, üşüyor musun? Hem sen karanlıktan korkardın Yerin altında, karanlıklar içerisinde nasıl yatıyorsun? Kara gözlüm, gece oldu gün bitti Geriye senden acı bir gülüş kaldı Bir de kalbimde açtığın yara Bu öyle bir yaradır ki ilacı da yoktur İlaç sendin, sen olmadan bu yara nasıl kapanacak? Âşıklar, sevdaları için yaşarlarmış Sen gittin, ben de artık fazla yaşamam Zaten içimdeki dert Her geçen gün beni, için için kemirip bitiriyor Güzel ölmedin, acı çekerek öldün be! O canı nasıl verdin ha! Söyle hadi, nasıl verdin? Oysa ne kadar da kolay söylediler Ölüyor, öldü diye Bilmiyorlardı ki seninle birlikte benim de öldüğümü Allah’ım onu benden ne diye aldın? Sevdiğin kulları erken alırmışsın, derler Sevdiğimi, benden daha mı çok sevdin? |