SÜKUTUNDAN TANIDIM SENİ
Duvara asılı bir tablo gibiydin
Göğsünde kuş titremesi Geç kalmışlığın telaşıyla Sanki enkazın altından çıkıyordu nefesin Konuştukça, kadim bir kavganın Yanağına bulaşan kirini yıkıyordu sesin. Kulak memelerinde iki taze pırıltı Gerdanında muadili bir çizgi Bir elinde çay vardı, diğerinde hüzün. Yanakların kül rengiydi Geceye çalıyordu yüzün. Saçlarının kıvrımından Kesif hüzünler iniyordu omuzlarına. Biraz yorgun, biraz utangaçtın Parmaklarında birkaç iyi günün lekesi Oysa avuçlarında çoktan ölmüştü çocukluğunun sesi. Göz kapaklarında iki buz dağı Yüreğinde Nemrut ateşi Kirpiklerin küçük birer dere Perdenin arkasından ılgıt ılgıt Ateş ve su akıyordu yere. Dudaklarındaki beyhude çırpınışlarla Dilinde eğreti cümleler ölüyordu Küçük bir şehirde koca bir köyü yitirmiş gibiydin Ömür tasındaki o son demi Çeke çeke bitirmiş gibiydin. Ve karmaşık bir öykünün sonuydu sükutun… Susuşundan tanıdım seni. Aydın YÜKSEL-ANKARA |