Urgana üfleyen bir meczuptu beni ilhamın eşiğinde tutan, “yaz” dedi bana, yaz ki ciğerine hava, kalbine acı dolsun Dolsun da yaşa… İlmeğin hikayesini dinledim ilkin Son nefesi kılcallarında tutan ilmeğin suskunluğundan mânâ sezdim. Kayıt düştüm parşömen parçasına, teşrinlerin son günleriydi. Bir zamanlar ki el dokuması yün deve heybesinde kente girdiğinde Narin kadın ellerinde kendirin, ince ince sonra kalın kalın örüldüğünü Kaçak kervan yolcusunun çöl yanığı boynuna sarıldığını Hay diye diye can dilenen mücrimi, anlattı sağ yanıma, Solumda başka bir acının şerbeti vardı.
Öznesi mezatta satılmış edilgen kalabalıklar arasından yürüyüp gittim öylece Yorgun ve susuz geçtim derbentleri Taş oyuklarda geceledim Ateşim, meşalem yoktu Korkmadım vahşilerden, kendi gölgem kadar Belleğimin simsiyah bir köşesindeydi bilgisi nere gittiğimin Elimde ne harita ne çizilmiş bir rota…
Ayaklarımda açılan yaralardan kan ve irin sızıyordu Kantaron yağından bir ecza sürdüler bir handa, Atın nerede diyorlardı, atsız mı çıktın bu yola. Binitim bedenimdi oysa, Rahvan yürüyüşüm yoktu Dört-nal bilmezdim Tulparlar epeski devirlerde kalmıştı. Bulgur aşı ve bir tas ayran koydular önüme Belimdeki kılıca ve deri kınında taşıdığım hançere güldüler. Bir kıyıcı olamayacak kadar fakir ve aciz buldular beni.
Nar bahçeleri sıra sıra bir şehirden geçerken Nar verdiler elime, Tadına kandım, çokluğa imrendim. Ağacı görmedim, toprağı saymadım.
Bir su başını tuttum gide gide Su aklımı aldı, bent kurdum üstüne. Çubuk içerken suyumu seyre daldım, Sesinde şiirler yıkayıp, pırıltısında meşk eyledim. Sonra bir gün usandım bütün bunlardan. Yolcuydum ben ki vazifem yürümekti.
Başına kuşlar tüneyen mecnunla leylaya kasideler söylediğimiz günlerin aylaklığıyla Bedevi çadırlarında göz süzdüğüm çengilerin işvesine aldandım, Sazende nağmeleri, hanende meyanları içinde kâm almanın muradında rint oldum. Bir yolcu olduğumu bilmiyorlardı ben de unuttum. Kervanını bekleyen bir tüccar sandılar beni Gümüş ve altın keselerini kuşağımda sandılar. Görkemli bir çadırda uyuttular, uyuttular beni. Uyandığımda ne üstümde çadır vardı ne belimde kuşak. Deri kılıflı hançer kayıp, en yitik kendim idi.
Pusulasız yürüdüğüm sahralarda yıllar geçti, Beni kutsadılar her mahalde, Yürüyen yol alırdı, varırdı menzile amma… Ben yola mahkum idim…. Veya yolu bitiremedim diye mahkum edildim. İşte o gün ki yol bir dar ağacına çıktı, Tuttular kollarımdan, yüzüme okundu hüküm Yağlı urgandan ilmeği, geçirdiklerinde boynuma narin kadın ellerinin sıcaklığı değiyordu tenime Hancı, konakçı, bedeviler, çengiler, Nar verenler ve su bendi seyretmedeydi beni. Son sözümü sordular: Yazılsın hikayem dedim...
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
YOL HİKAYESİ/GEÇMİŞ ZAMAN SEYYAHI şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
YOL HİKAYESİ/GEÇMİŞ ZAMAN SEYYAHI şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Narin hassas kadın... Zaman mekân ve insan tasavvurunuz... Aslında ne çok söylenecekler var.. O denli de susalm ve dinleyelim atalar ahengini... Çok saygımla.
Çok teşekkür ediyorum. Her insanın belleğinde var olan hayal ve tasavvurun şiirle görünür olması, çağrışması şiir sanatının sayesinde. Genel manada şiirin bu yönü de bizi asıl etkileyen. Şiirle kalalım... Saygı bizden efendim.