KÖY MÜZESİ(*)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın 2015 yılında Haydarpaşa Garı’nın otel olma tehlikesine karşı yazdığım 10 adet uzun HAYDARPAŞA GAR OTELİ şiirkayelerinden alınan 15 adet de kısa şiirler yazmıştım. Güncel olarak Haydarpaşa Garı’nın ek binaları, eski alanlarıi atıl depoları yeniden tehlike altına girdiğinden, bu tarihi mirasa sahip çıkmak amacıyla; Bu dava sona erene kadar Haydarpaşa Garı üzerine kısa şiirler yazmaya devam edeceğim.
Bazen
bırakırım kürekleri, akıntı çeker beni zaten, rotasız-dümensiz salıveririm kendimi. Bazen vururum dik kafamı duvardan-duvara, ne pahasına çekerim akıntıya karşı kürekleri ben. Bazen, bilmem neden? Aşşağıda olsamda kendimi parçalarım, kayıkla uça-yara-tırmana şelale üstüne şıçrarım, engelleri aşarım. Bazen hayal ile yarışırken su üstünde kayarım, yalın ayak koşarım, rüyayı bile aşar, şaşarım. Şimdi elimde Alaaddin’in sihirli lambası, yanımda lambanın devi, oturmuşum uçan halıya, uçuyorum rüyada. Altımda; Şirin martıları, dost dalgaları, dalgakıranı, yeşil yosun sakallı yaşlı dubaları, isli-pisli, yağlı halat bağlı döküm babaları, gişesi, rıhtımı ve büfesi ile dünün Haydarpaşa Ana Tren Garı, bugünün İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı. Gelelim yine; "Köy, köylü, köy evi..." diye, gar arkası Köy Müzesi’ne. Bu beldede herşey öyle güzel ki, duyduğum muzik ise; "Buğdayın çilesi" Köy dediğim köy değil up-uzun bir cadde. Bu sahnede dekorlar, karşılıklı dükkanlar, yanyana sergilerle kostüm giymiş oyuncular sohbet edip alış-veriş ediyorlar. ziyaretçilerle. Peynir-ekmek, meyva-helva, köy ürünü, el emeği satan dükkanlar, kahve-büfe-lokantalar, ayakta olan ve oturanlar var, çocuk bahçesi, dinlenme yeri, park... Huzur içinde halk. Küylü kasketli figüran; Pantolonu bol, kolsuz cepken, yakasız mintan Kahve önü Kulisi’nde rol yapıyor, tavla oynuyor ziyaretçilerle, zar atıyor. Ozanım çökmüş köşeye, saz çalıp buğday üstüne ağıt yakıyor. , Çocukluğun diyelim ki; Ekin, tarla, hasat, harman göremedi. Buğdayı tanımazsın, arpayı-çavdardan, darıyı-yulaftan ayıramazsın; "Yediğim ekmek fırıncının eseri demek!" dersin, bu eşsiz doyumun çektiği çileyi bilemezsin. Köy görmemiş çıcuk gibi bu efsaneyi çiğnemeden, yutar gidersin. Köylü ve köyü sinemadan-ekrandan, gazeteden-romandan falan tanırsın, yanılırsın. Adı "Tarla" olsun sergilenen oyunun; Köylü öküzü, öküz karasabanı çeksin, -yada pulluk, ne diyelim?- Tut kulpunu iki elinle bastır yere, içi su kabarcığı toplansın, varsın! Sen arkada teker önde, batır sivri demir kamayı, kaz tarlayı. Bilgisayara esir ellerin, toprağı delsin-bellesin yada köylü önlüğünü sar-dola beline hemen, uçkuru gerisinden bağla, al tohumu içinden, serp toprağa-toprağa. Vura-vura taş leğene elde tahta tokmak tak-tak tokmaklayarak ezip-kırıp-döverek, ufala buğdayı, ondan un yap, elesin yuvar elek, sula elinle unu, boğ-bur-kopart-tart somunu, sapı uzun, geniş tahta kürek ucu hamuru, taş fırına atsın , kızarmışı çıkarsın, el emeği ekmeği damağın-burnun tadsın. Ora tarla, bura hasat, öbürü harman yeri. Öküzü çeken oyuncu kırmızı-beyaz-kareli mendil sarılı boynu, iyi oynuyor oyunu. O çeker boyunduruğu, öküz kaygan tahtayı, "Döven" dir tahtanın adı, altında çakmak taşı, bıçak gibi keskini, keser-biçer ekini. Döven altı başaklar, döğen üstü çocuklar, köylünün alnında ter, öküzü çekmeden evvel dutrdu. Yukarı kaldırdı kolunu, elinin tersiyle alnında birikmiş terleri sildi. Üstten 3 düğme açık gömleğinin göğsünden fışkırıyor dışarı siyah-beyaz-gri orman gibi kılları. O ara iki çocuk dövenden indi, binmek istedi bir yenisi, gülerek yayıldı arabadakiler; "Zaten sıkışığız!" diye ona yer vermediler, Köylü bu haksızlığı gördü, baktı öküze. Öküzde ona baktı, birşeyler mırıldandı. Öküz baş salladı ve olmadı oralı; "Hüüüü!" dedi çocuklar, öküz aldırmadı. Ta ki; Tahta dövenin üstüne yeni çocuk binene kadar, öküz-öküzlüğüyle bekledi, köylü yuları çekti, öküz kımıldadı, çocuklar sevinçle alkışladı. Şimdi, köylü öküzü çekti, öküz kaygan tahtayı. Tahtanın altı buğday başağı-saman, sapı-başaktan, kabuğundan-taneyi ayırır aman, kıyıp ince-ince kesiyor yaman, Döven biçer ekini, amanin aman-aman. Köylü savuracak ekini şimdi havaya, Esinti olan böyle bir günde iyi hasat olur elbet, rüzgar üfleyecek sap-kabuğu bir yana, düşecek çarşaf üstü tane-tane bereket. Havada güneş ışını, harmanda hasat neşesi var, kulaklarımda çınlar çocuk sesi, burnumda tütüyor buğday, odamda vantilatör kusuyor rüzgar. Yelini tenimde duyuyorum; "Kalksam mı, uyansam mı, gerçekle uzlaşsam mı?" diyorum kendi-kendime; "Dur hele!" diyor tandır ekmeği; "Nasıl unutursun beni?" Francala, bisküit, pandispanya, galata ve kek... Hepsinin adı ekmek. Onlar ince, narin ve şehirli. Yani unun beyi ve hanımefendisi, azcıkta kendini beğendisi; "Kardeşiz biz, anamıoz toprak ana ama, geldin harmana gördün halimizi. Sürdün-ektin-biçtin-savurdun ekini, öğüttün unu. Yoğdun-ıslattın-burdun hamuru fırına koydun, verdin onca emek, al sana ekmek! Afiyetle yenilecek lezzeti kurban olsun sana, tandır ekmeği öylemi ya? Köşede tandır, yere gömülü fırın, önünde bağdaş kurmuş şalvarlı fırıncı kadın; Dalgıç gibi kalın tülbentli başı, iki gözü delik dışı, yoğrulmuş hamuru eline aldı. Küp derin, küp yuvarlak, küp duvarı çamur-toprak, küp içi kızgın-sıcak tandır küpüne dalldı, üstte ananın yalnızca kıçı kaldı. Ana elindeki bu hamuru sıcağa çarpa-yapıştıra kızgın duvara yaydı. Fırının ortası odun-ateş tahta-alev sarılı, kızgın ateşle duvar arası kül yayılı, hamur kızarır pişer, bir karış küle düşer, ananın üstü çıkar kuyudan, ağaç maşayı alıverir yansan, dalar kuyuya dalgıç gibi yine, yakalar-çevirir ekmeği yatırır küle, dibide pişsin diye. Haydaaaaa! Gel gidelim bostana,(**) bostanda sebze-meyva, sapta üzüm sarkıyor, bal-damla akıyor bakın, Bağda kızlar devşiri, Bağ Bozumu yakın. Dönüyor kuyuda çıkrık, dönüyor iki gözü bağlı, bir-kemik-deri, dönüyor kamburu-kaburgaları çıkık, dönüyor cılız bir bostan beygiri. Bense şehirli gevrek; "Sabah olmuş!" diyerek, rahat otel odamda, gıcırtılarla dönüyorum yatakta. Ben Konya nerkezinden dede tarafı zengin bir ağa "Acı öldüm" ler denir, belki "Hacı oldum" dan gelir bu lakab, kim bilir? Nine tarafı "Öyle Bekledi" lerden, "Ölü bekledi" olmuş sonu, çok kız alıp-vermişiz "Tenekeci" lerden, işte böyle büyük 4 ağa torunu. Dadı ana; Yani Annemin süt annesi, Şakalağan Köprü’deki bağımızda oturur, Havva ana’m yuğar-yıkar-besler-büyütür beni, ben neden ki unutayım o günleri? (*) HAYDARPAŞA GAR OTELİ 4 şiirkayesinden. (**) Gelecek rüya "Bostan sefası" |