Sen Korkma Ben Varım Yanında
Bir damla bile yeter sevmeye,
gitmeye ise bir zerre! Ekim soğuklarına inat direnen mevsimde … çekiliyorum sessizce bazen içime, rahatsız olmasın diye kimse! Bak! Yine bu sabah da güneş doğdu sevgiyle … varlığının varlığına sevinçle, yerli yerinde! Görüyorsun! Karşı pencere de, bir kedi seyrediyor geleni geçeni! Saltanatının sarsılmaz gücüyle, siliyor yüzünü kendi diliyle … Patilerini okşayarak sakince! Bak! Hayat akıyor kendi seyrinde, Sat kaç olmuş bundan bize ne Gel de düş, içimdeki boşluğa Ben, tutarım seni her seferinde! Tutarım seni, yorgun ellerimle Dilsizliğime hüküm giydirsende Yirmidokuz harf konuşur benim yerime! Bu havalarda soğuk algınlığı olur insan, Gel, beni dinle, Bir bardak bile soğuksu içme, Ben üştürüm o zaman kendimi seni yerine Buna en çok razıyım, Seni rüyamda gördüğüm gecelerde! Geziyoruz, beraber Adını bile bilmediğimiz şehirlerde Dökülürken son yapraklar yere … Tükeniyoruz zamanla içilen bir siğara niyetine Duman kıvrılıp kaybolurken kendi halinde Gergef gibi öre öre tükettiğimiz ömrümüzle, Gözlükler yardım ediyor şimdi ikimize de! Gel de bana, adı duyulmamış şarkılar söyle! Ayın çıkmadığı gecelerde gökyüzüne, Sadece sen ol, sensizliği seyrettiğim penceremde! Sivil devriyeler geziyor, Gel de sığın yanımda bir yerlere, Takma kafana hatırlamak istemediklerini Kov gitsin onları ücra köşelere … Şimdi kulaklarını aç ve beni dinle, fısıldadığım sözcükleri yanına al ve koy başını yüreğimin üstüne. Ben tutarım seni, sen düşsende! Nefes alışlarında ritimli bir ışığın kırılmalarında inciyen bir tüy gibi hafifçe uçu ver içime … Abasız bir derviş gibiyi git, gidebildiğin kadar! Yolyormaz insanı, insan yorar insanı. Düşlerinde sakla biriktirerek zamanı. Dal çocukluğuna ve üzüm çaldığın bağların tevenkli gölgelerini düşün hafifçe başını öne eğerek, eğmeye de yürek gerek! Topla onları gülümseyen tatlı çocukluğunla … As zamanı kartal kanatlarına, rüzgarıyla götürsün şehirin bütün pisliklerini, çerini çöpünü, süssüz ve sevimsiz caddelerini. Bekle diyen bir sesle! O ne kadar göklere yükselsede, avuçlarındadır kanatların gerilmiş genişliğiyle … Bekle ve bu göklerde uçan kanatların notasının namalerini dinle, bir kanton eşliğinde! Dinle! Sabıra nokta koymadan: Kızma, bağırma, çağırma! Ben geliyorum! Biliyorum! Bir kalbin var senin usul usul kendi içinde uysalca dinleyen. Akşam tenhalığında, dalgınlığa gelerek kendini de unutan! Bir kalbin var senin! Kırık bir ut gibi inleyen! İnledikçe mevsim mevsim gezen! Ben de bu yüzden vurgunum sana! Mevsim mevsim! Etmez o kar için asla tecim! Bin acılara yıllık acılara yüklü Galata Zindanları gibi! Silmek adına tüm yanlışlıkları … Sen yine toparla kendini, bir filim şeridi gibi. Yola çıkıyoruz çünkü! Civalı beyaz gökyüzü, bize arifane bir sofrada bir divan hazırlamış. Ben sana divan da, divan şiirleri okurken sen uzan ruhunun kanepesine ve dinle beni sessizce … Aç en sevdiğin kitaplarını ve öyle bekle … Gerek kalmasını acılı bir serzenişe! Diyorsun ya her seferinde: Zaman geçiyor acımadan bize ölüm sessizliğinde! Hecelerim vurgun sana benim gibi kelime kelime! Serin bir Nisan akşamı gibi düştüm yüreğine; ilkbahar tazeliğinde! Beklentilerimi hesaba katmadığım uzak bir sahnede, boylu boyunca yürüyüşünde beni hesaba katmadan geçip gidişinde! Nereme düşeceğini bilmeden ve cesaretlice düştüm ben de peşine! Seni alıp çıkarmak için, içine düştüğün zaman delhizinde; iki gözünle! Bir daha ağlamasınlar diye! Yaşamın bizi bu şekilde karşı karşıya getirdiği su götürmez bir gerçekle. Binlerce duyuyu arkamda bırakarak sevda sözüyle düştüm peşine. Sen giderken işine! Döndüm yüzümü – utangaç ve mahzun yüzüne! Tarih gibi okudum her çizgisini onun. Hiç bir şey yapmamak yerine, en azından iyi bir şey yapmak için, iyi bir niyetle. Aşkta ve sevgide yarın yoktur diye! Korkak ve yetmez duygularım olmadı hiç bir zaman benim. Sevdaya hiç bir zamanda hüzünlü hazan resimleri de çizmedim. Hep yaşamın surları içinde gezdim! Hiç bir zaman geç kaldığımı hissetmedim bir şeylere … Dikenler içinde bile yürüdüğümde! Ayağımın her kanayışında pansumanı yapacağın bilinciyle uzandım ölü gibi toprağa, bakarak güneşe gölge olan tepemdeki yaprağa. Avuçlarımda varlığının sıcaklığının verdiği duygularla … Hep sen gelip vuracaksın diye kıyılarıma! Suçlu aramadım hayatta, kendimden başka. Bir boşluk vardı içimde, seldin ve düştün ona! Ben tutarım seni sıcak avuçlarımla … Bu yüzden dökülüyor işte şimdi kalemimden ağırlaşan geçmişin çizgilerine nokta koyan! Bir bir atıyoruz atılması gereken yanlarımızı. Atıyoruz, atıyoruz, döküyoruz, döküyoruz. Bütün toksinleri! Geceleri yıldızlardan taşan ekler, bizi terk eder ve gider! Bir boşluk adına. Geldin ve sen düştün gizli sırlarımın arasına! Karanlık delhizlerin dumanından arındık ve kapaklar kaltı kendi gölgeliğinde ki, soğukluğundan. Ve güneş girdi bu derin ruh derinliklerine! Şimdi her anım, hep telaş içinde! Yarimin elleri ellerimde diye! Uzun soluklu sohbetlerin düş köşesinde – nizami bir düzen içinde! Benzer ritmik işleyen bir saate! Onca ertelenmiş yorgun yılların sabahlarında uyanmak adına, direnen bedenleri bıraktık artık zaman adına. Köprüleri olan yol üzerinde, kurulmuş kurumuş dereler üzerine … Var olduk biz bu köprüler eşliğinde. Bahar getirdik bütün mevsimlere …. Hiç bir şey yok olmadı, evrimin sarsılmaz izleri içinde! Terimler uzanıp giderken izah ettikleri izimlerle! Biz geceleri çektik ayışığını bir yorgan gibi üzerimize – politik sohbetlerimizde. Hırpalanıp giden geçmişe, en ufak bir belirtiyle. Sesimizdeki şiddetle, çocuksu gülümseyişlerin neşesi eşliginde! Biri sen, biri de ben! Yendiğimiz korkularımızla! Sen korkma! Ben varım yanında! Ben tutkunsam yaşamaya ve gönlüme hazin bir yaşama atesi düşmüşse ve bir hanımeli çiçeği açmışsa çiy düşen bir gece de, sen düşersin sen, hep, yıldız bakışlarınla! İçime! Ve ben, bu havalarda gebermeliyim bahtiyarlıkla ölümüne! H. Hüseyin Arslan - 08.11.2018 _____________________________________ |