Karanlıkta Üçleme: 3... Çığlıkta Oniki Ya da KırkdokuzŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Oniki September Bindokuzyüz bilmem kaçta Cahiliyye Ülkesi harikulade bir sabaha uyandı. Sokaklardan tank paletlerinin asfaltı yırtan gıcırtıları ve askerlerin rap rap sesleri geliyordu. Radyoda Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Sayın Conın Paşa, ülkenin selameti açısından askerin yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim ilan edildiğini, ikinci bir emre kadar sokağa çıkmanın yasak olduğunu söylüyordu. Kahramanlık türküleri söyleniyordu radyoda hep bir ağızdan…
................................................................................................................................. Hayretttt… Bir gün içinde bütün siyasi olaylar aniden sona ermişti. Aman Allah’ım ne mucizevi bir şeydi bu…. Davullar çalındı, halaylar çekildi, uygun yerlere kınalar yakıldı… Amma darbeden belli bir süre sonra işin rengi değişmeye başladı. Önce devran döndü, sonra kaşık, çatal ve bıçak. Veee emret komutanım…… ................................................................................................................................. Cezaevlerinde, sokaklarda, dört duvar arasında, mümkün olabilecek her yerde işkence vardı. Haydar’lar mütemadiyen çalışıyordu… Bir yukarı bir aşağı… Eeee Allah ne verdiyse, kimin bahtına ne çıkarsa… Genç, yaşlı, çocuk, erkek, kadın demeden onbinlerce insan işkence tezgâhlarından geçti. Ve akabinde idamlar başladı... En son Oniki September darbe döneminde idam edilenlerin sayısı kırkdokuz. Çoğu gençti. Dört senede onyedi sol cenahtan, sekiz sağ cenahtan, yirmidört adedi de adli mahkûmiyetten olmak üzere, toplam kırkdokuz kişi idam edilerek öldürüldü. Bu arada yüzlerce kişi aniden kayboluverdi. Ne hikmetse kimi dere kenarında, kimi ormanlık alanda, kimi bodrum katında, kimi kireç kuyularında buhar oluverdiler… Hala da çoğunluğu kayıp… Cezaevindeyken kimi yanlışlıkla sakarlıktan dolayı üst kat penceresinden ayağı kaydı düştü… Kimisi de seksen santim yüksekliğindeki mekânda kemeriyle kendini asmayı becerdi. Vallahi bunu diyen resmi kayıtların yalancısıyım… Tek ortak değerleri vardı bu kişilerin… Sadece insandılar… Evettt sadece insandılar… Ancak onlara bir böceğe bile reva görülmeyecek muameleler yapıldı. Ortalama 18-25 yaş arası insanlardı. Dolayısıyla ülkenin bir kuşağı ayaklar altında ezildi. Toplum gözdağı verip sindirildi. İnsanların büyük bir çoğunluğunun akıl ve ruh sağlıkları bozuldu. ................................................................................................................................. Yıllar sonra Conın Paşa Sayfiye’de ağzında Küba purosu, nü resmi yaparken; uzatılan magazin programı mikrofonlarına geçmiş idamlar için “Netekim pişman değilim. Çünkiii hainleri asmayıp da besleyecek miyiz? ” şeklindeki özlü lafını etti. Bu laf zaman içinde unutuldu gitti ama çocukları idam edilerek katledilen aileler bu cümleyi asla unutmadı, unutamadı. ................................................................................................................................. Kırık bir adalet içeren yargılamalar, hukuk alanında yapılan haksızlıklar, hukuksuzluklar, yıkımlar, iftiralar, insan hakları ihlalleri, insanların üzerinde oluşturulan dehşet, travmalar bu darbenin güzellikleri… Feryatlar; cezaevleri ve idam cezaları üzerinden kara bulutlarla kaplı gökyüzüne yükselip durdu yıllarca… ................................................................................................................................. Üzerlerine her daim kan sıçrayan tanık duvarlar utandı, ağladı ama bunları yapanlar asla utanmadı… Onlar insan siluetinde, hilkat garibesi zebanilerdi. Merak ediyorum da bu kişiler hangi vicdanla evlerine gidince analarının ellerini öptü, karılarına sarılıp yatabildiler, sonra da çocuklarına nasıl bir miras bırakabildiler… Çok düşündürücü gerçekten… Daha sonra bu zatlar kalın enseleri ve dolu cepleriyle ülkenin üst kademelerinde, bir elleri yağda bir elleri balda keyfini çıkardılar bu zevkin… Hatta ucuz kahraman olup boy boy onur madalyaları taktırdılar göğüslerine kurukafalardan… Üzülerek söylüyorum ki bazıları da Hak’kın rahmetine kavuşup huşu içinde dört kolluya binerek cenneti boyladılar… Merak ediyorum doğrusu hangi cennete… Sadece cehennemi tutabilen elleriyle bir sürü biçare yeryüzünde, çağlar boyunca cenneti beklerken…. ................................................................................................................................ Yaşlanmayı asla tadamayacak bedeninin az sonra darağacında sallanacağını bilen bir genç; kelepçeli elleriyle öldürülmesine dakikalar kaldığını bile bile “son söz” olarak ne düşünebilir, ne yazabilir biliyormusunuz... Necdet Adalı, Serdar Soyergin, Erdal Eren, Veysel Güney, Ahmet Saner, Kadir Tandoğan, Mustafa Özenç, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar, Ali Aktaş, Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, Mehmet Kambur, İlyas Has, Hıdır Aslan, Mustafa Pehlivanoğlu, Cevdet Karakaş, İsmet Şahin, Fikri Arıkan, Cengiz Baktemur, Ali Bülent Okran, Halil Esendağ, Selçuk Duracık, ve daha niceleri… En küçüğü onyediydi, en büyüğü yirmidokuz… Ölümün eşiğindeydiler… Ancak onların asla onurları yok edilememişti…. ................................................................................................................................. Erdal Eren idam edilerek öldürüldüğünde 17 yaşında bir delikanlıydı. Bıyıkları bile henüz terlememişti. ‘‘Sevgili annem, babam ve kardeşlerim. Çok açık yürekle söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Ben sizlerin yüzüne kara çalacak hiç bir şey yapmadım. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar.’’ diye yazdı son mektubuna usulca… ................................................................................................................................. Bakın 23 yaşında idam edilerek katledilen Ramazan’ın annesi ne diyor; ‘‘Gece “tak tak” kapı vuruldu. Hemen kalktım baktım, polis. “Hayrola ne oldu” dedim. “Ramazan’ın evi burası mı” dediler. “Ne oldu, bir şey mi oldu Ramazan’a” dedim. Babasını kaldırdım. Babasıyla arabanın orada konuşmaya başladılar. “Nereye gömülmesini istersiniz? Cenazesini alacak mısınız, almayacak mısınız” diye sordular. Babası arabayı yumruklamaya başladı. “Şimdiye kadar sefilleri oynadık, şimdiden sonra isyanları oynayacağız, tabii alacağız cenazesini. Dirisi sizinse, ölüsü bizim. Ne demek almamak” dedi. O zaman ben yıkıldım… “Çocuğumu görmek istiyorum” dedim. “Göremezsin” dediler. “Niye göremeyeyim” diye sorunca, “Tabut mühürlü” dediler. “Sizin mührünüz bana vız gelir” dedim. Çektim, kopardım mührü. Açtım tabutu. Baktım, saçları böyle yeni taranmış sanki. Kaşları böyle kalem gibi. O bir bambaşka güzeldi. Öptüm, öptüm güzel yüzünü yavrumun, doyamadım bir türlü.’’ ................................................................................................................................. Şimdi bir uğrayın bakalım idam edilerek öldürülen insanların yakınlarının yaşadığı mekânlara. Çoğunu bulamayacaksınız evlerinde… Çünkü çektikleri acılara dayanamayıp bir bir düştüler toprağa kuru yaprak gibi… Tek tük kalanlarınsa acıları taptaze hâlâ… Birçok can yok olup gitti bu fani Dünya’dan… Ama zalimler onların onurlarını asla elde edemediler… En azından vicdan sahibi iseler eğer, zalimlerin çocukları özür dilerler belki bu kişilerden… ................................................................................................................................. Bu sürecin devamında idam cezası kaldırıldı çok şükür… Lakin işkence yöntemleri çağdaş hale getirilerek AB kriterlerinde yenilendi… İnsanları insanlıktan çıkartıp her emri yerine getiren yarı canlı robotlara dönüştürdüler… Karşı duranların analarını ağlattılar yıllarca… Canlarını, bedenlerini, ruhlarını silip süpürdüler yeryüzünden… Evleri yakıldı, yıkıldı… Kimisi asit kuyularında buharlaştı, kimisi domuz bağına kurban gitti, kimisi diz çöktürülerek kafasına sıkılan tek kurşunla infaz edildi. Ha Ali Veli, ha Veli Ali… Kimisi asker ocağından, sınır boylarından şehit cenazesi olarak evlerine, analarının feryatlarında ulaştı… Kimisinin cesedi de yine anası feryatta iken dağlarda kurda kuşa yem oldu… Birçok tüyü bitmemiş genç anasından babasından çocuk yaşta zorla koparıldı. ................................................................................................................................. Hayrola size ne oldu birden… Gözleriniz fal taşı gibi açıldı… Dehşete mi düştünüz yoksa… Yok yok üzülmeyin siz efendim bunların hepsi masal… Zaten tanımadığımız bir ülkede geçiyor… İşkencecilerde Müslüman değil Allah’a şükür… Zaten onlar paraperest, pardon putperest… Siz üzülmeyin bunların hepsi siz uyurken oldu, bittiiii… Aaaaa haberiniz yok muydu sizin… Tabii ki zorunuza gitmiş olabilir. Hazımsızlık yaptıysa hapı yuttunuz mu geçer… Bir şeyiniz kalmaz efendim… ................................................................................................................................. Ama bunların hepsi gerçek diyor çok uzaklardan bana el sallayan birisi… Cennetin bahçesinden sesleniyor bana… Sende dahil hepinizin kafası devekuşu misali kaz tüyü yastığınızın altındayken oldu bunlar. Benim ve diğerlerinin başından geçti bir bir. Onun için şimdi buradayız asırlardır. Doğru mu söylüyor acaba bilmem ki… Emin değilim hâlâ… Yok, canım olmaz öyle şey… Bunların ki tamamen iftira canım, kuru iftira, dikkate almaya değmez bile… Etraf güllük, gülistanlık, yapmayın böyle efendiler, nifak sokmayın oraya buraya eee şuraya…. ................................................................................................................................. Ve benim şimdi kendimle baş başa kaldığım an, sizin şimdi kendinizle baş başa kaldığın an. Bağırarak, sınırsızca haykırarak, ağlıyoruz şu koca Dünya’ya…. Asırlardır bedenimizde sakladığımız gözyaşlarımız kanla karışık süzülüyor gözlerimizden, yüreğimizden, titreyen ellerimizden…. Bizden zorla koparılan canlar için… Gelmiyor elimizden başka hiç bir şey ne yazık ki bre Aziz Dostlar… Bilerek ya da bilmeyerek ülkeleri için canını hiçe saymış ve feda etmiş Dünya’da ki tüm Demokrasi Şehitlerini saygıyla analım. Müslüman olsun olmasın, hiçbirimiz onların kayıp ruhlarından bir Fatiha’yı esirgemeyelim. ................................................................................................................................. NOT 1: Bu hikâyenin orijinalinden okuyucuyu sıkmamak, daha fazla üzmemek ve dehşete düşürmemek adına ¼ oranındaki metni alınmıştır. ................................................................................................................................. NOT 2: September: Kapkara Eylül
Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedreddin,
Hey koca Torlak Kemal, Börklüce İlmek boynumuzda, biz buradayız. Menderes Adnan, Zorlu Fatin Rüştü, Bir garip hüzünde Hasan Polatkan İlmek boynumuzda, biz buradayız. Gezmiş Deniz ile Hüseyin İnan, Parıldayan yıldızlarda Yusuf Aslan İlmek boynumuzda, biz buradayız. Gencecik bir fidandı Eren Erdal, Necdet, Veysel ve Soyergin Serdar İlmek boynumuzda, biz buradayız. Dalında gül Pehlivanoğlu Mustafa, Cevdet, İsmet Şahin, Fikri Arıkan İlmek boynumuzda, biz buradayız. Yaşımız onyedi, ondokuz, yirmiydi Ayazdayız diyorlar hepimiz yalnız Bak ellerimiz titrer hep üşümekte… Rüzgârın hüznünde sallanıp duran Solgun narin yaprak gibiydik biz Darağacındayız… Darağacında… Cennet bahçeleri beklemekte bizi, Ağıtlarda su diye yanarken, Fatiha Bekler sevdalı çıplak bedenlerimiz… Ay parıltısı gördüm nurlu yüzünde Öpülesi yanakların aldır Ramazan Annen kız kardeşin sarar bedenini. Aktaş Ali, yandığım Ali… Oyy Ali Dert etme! Nicelerini gördü sehpa Cellâtlara da baki kalmadı dünya. Darağacında sarı başak fidandılar Zalimin önünde dilemediler aman Hürdüler başları kara bulutlarda. Ne zıt görüşler, ne ölümcül siyaset Ne fark ederdi… İnsandılar, ipin Ucunda rüzgârda sallanan insan… İnsanın insana yaptığı zulmü başka Bir canlı yapmaz diğerine, zulüm Yapanı da aldı bu toprak koynuna. Merak etme yalnız yaptığı zulümler Elbette kâr kalmaz, yanına zalimin… Buğulu gözlerim insanoğlu heyy! ... Bilmem ki kaç bin yıldır ayağımda Pranga var ve ellerimi sıkan kelepçe Ateşte kalan yine… Ağlayan yüreğim. İbrahim Soyalar |