'yaprak düşünüyor'Yine de dümen kırmak sahipsiz nice başlardan başlayıp bir cumartesi akşamına denk geliyordu elinde kağıt kokusu, parmaklarını çevirirken gördüm, acı başladı neden dedim, neden susuyorsun baksana, bakalım, biraz da biz bakalım süveteri tanrının halkalarından derisine boşalıyor müzik sesleri boğulurken biraz çocukların annesi oldu, ölmemişti biraz kış gecesinde kanepenin kenarında resim defteri iki yıllık ve serseri bir kadın sesiydi sevdim ben onu, adını bağışladı parmakların birbirine değmek üzereyken dedim altında bozkırın sebepsizliği tığ ile işlenmiş kirpikleri açıldı ekranın sol kenarında ve altında adına rastladım güzel düşüyordu yapraklar bacakları ölümle ürperen filmlerin içine sığındık bir baktım sonbahar büyüdü, bir baktım gözleri güney Amerika hangi İspanyol yakasını böyle lezzetli dikerdi genç sevgililer bakire kanlarıyla yavru hastalıklar doğurdu bunu da sevdim, kanı, bunu da sevdim tam yetmiş üç asır bekledim o tanrıça dedi, kemiklerim bariz kıkırdıyor, olsun bize olsun, sana olsun, ahlaksız saydığım tüm sözler bulunsun devirmek üzereyken her insan biraz orospuydu kendi yazgısının o söylencelerin yıkandığı kenar mahallesi, hayır duraksadı kanadını açtı, uçabilir mi insan böyle güldüğü haliyle kalmasıydı onun zarifliği yırtılabilir endişesi taşıdığım o an sus dedim, çiğdem göğüs kafesinde al ver, dur ya da daha da durmalısınız, bunu söyledim keşke dinleyebilseydi, acılar ne hızlı, amansız fırlatarak uzaklara atsak pabuç değildi ki bu, dünya tersine dönerdi çıkarıp ehliyetini masa da, biraz daha öte de sandalye film fin demeden önce l, suretler sessizce buyurdu kaç mahpusun alın lekesini silebilirdi gülüşün tecrit aklın saf bir münakaşaya karıştığı an da bana otoyolda uçağın geçişi sırasında birikmiş olan korkunç hayır şimdi öyle değil, amacını bir insana yakışır tarz da söyledi dişlerini önemsiyor musunuz diye konuştum, solunum yollarından giren ilk duman acıydı, ilk öpüş elma kurdu yeryüzüne giriş yaptığınızda, bunu dedi, bir daha dönemedi kimse ardındaki suyun buharlaştığı et, düşlerime bıraktığı o tek kareyle yarısı taşın altında bir dinazor dilini andırdığı siluete baktım vaktim olsaydı güneş niyetine göğe yükselirdi kendisi yarısı daha doğrulanmamış et parçasına bakıp hayal kırıklığı kesti, jest diye ah, oysa ben o yaprağı kendi içime düşmesini bekledim hep o toprağın gübresi oldu yarına bıraktılar hiç bizim olmayacak yarına dilimde iskele demirinin pası uzun bir süre su vermekten yoruldum kullanım tarihi geçmiş kalbe dokundu |