Güz yaprağındaki çiğ tanesi...
Bir durak gibi beni kucaklayan
hangi sınıra kadar dolabilir sevmek Aklımda bir taze bir eski yanyana durduğum ortak birşey sanki sevinç ve hüzün bir yanım uçmak ister bir yanım kendini bağlamak sandalye ayağına içimde bir yer var içinde asla göremeyeceğin suları tarif etsem deniz boşalır kara deliğe... içim sıkıntıyla dolu bir baksan içeri sorsan bakar ufkum ... sevgi laciverti gece şarkılarında sarhoş mavide gökyüzünün çaldıkları... Bükme boynunu gün gelir anlarlar seni bir oyuncak bebekle tekrar gelirler yanına severler bu kez yıkmak yerine evini... suskunluk içime boşalıyor keder yüzümün içinden içerken Koyudur şiir kızımın gözleri kadar anlamlı bakar ve maviye çalar bulut gökyüzünün sevincinden... Yalnızlığın acısı yalnızlık çaresi tutumsuzluk sayıklarken anlatmak korkutuyor kendime bile Herşey olması gerektiği gibi metrekarelerce ağladımda... alaycı zamanın sıkan kolları arasında, içimdeki çocuk yalnız. ve aşk derimin içinde acıtan aşk yalnızlığıma güler , alaycı.. Kupkuru bir gün dayanılmaz geri çekiliş umutsuzluk istenç katliamları... korunaksız gülüşlerin tedirginliği dışarıya tuhaf kaçan bağımsız olamayan tutunamayan oyun oynayan ve kendini kandıran çıplak bir çocuk savunmasız aşikar. bu frankenstein başkalarının tutkuları yüzünden var olan ama aynadaki gerçeklerde bozguna uğrayan hep kaybeden benim bedava mutsuzluğum... Ve öfkemiz bir gecenin yarınına emanet kaldı. Öldük, Bin kez daha yaprak dökümünde... |