ŞAPEL ve o
beynim, kişisel bir ruh hastalıkları hastanesi.
içimde bir müfreze asker silah doğrultmuş bilincime, tamda manşetteyken bir gazetenin 3. sayfasından atlıyorum bir polisiye romanının balkonunda saklanıyorum. regl sancısı gibi yanıyor canım oysa hiç kadın olmadım göğsümdeki kılların sen kokmasını saymazsak hiç kadın kokmadım. mistik bir acı ayaklarımdan sirayet ediyor vücuduma, hücrelerim teslim ol çağrılarına uyuyor. ben uyuyorum biz uyuyoruz çok teslim ölüyoruz. gideni uğurlamayı öğrendim tabut taşımayı, kendi gövdemi sıkarak kendimi doğurmayı... daha bir çok şeyi şimdi çimlerin sancısına ağlıyorum ya tohum düşmezse, ya güneş doğmazsa, yada yalanlansa Nazım’ın güneşe yolculuk fıkri ah Şapel bir tapınak kadar yalnızım silahı beynine dayayıp Zeus’un Tanrı mı ben mi desem -sen beni seçsen az kalmış saadetimizi bölüşsek günde bilmem kaç vakit kalbine müracaat etsem, ibadet gibi. Musa’nın asayi tuttuğu gibi tutsam elinden yahut Yusuf’un kuyuyu ikrarı gibi aksak Yakub’un gözlerinden dökülsek diclenin kucağına Şatülarapta buluşsak yemyeşil baksa Bağdat ve daha nice Bağdat ah Şapel zihnim kangren bir uzuv gibi duruyor karşımda bir gram morfinemi satsam düşlerimi zenci bir afrikalıya..... sende gülüşünü devret bana yok pahasına pynst. |
olabildiğince mistik bir o kadar sıradanlıktan uzak.