Özlemi duvarlara sor tutsak olmadığımız sürece kimse bizi rahatsız etmez bir ayna, diğer bir aynadan üstün değildir ellerinin biri diğerinden daha sıcak alçaldığın yer de yine de kemiksiz bir düş duruyor daha rahat ne kadar kalabilirsin diye göz düşüyor bütün kapıların anahtarını avuçlarının kaşıntısında bulabilirim bir gerçek ki, daha yalnız kalabiliriz sıcak sıvar boşluğunu bencildir her açın toku düşünmediği gibi
Yerimi yadırgadım kusura bakman için sebepler hücum ediyor duvarı sıvazlarken bir bakmışım elimdeki soy alnına yerin dibindeki elmaya kadar da taş putları ilk kırdığın anı arzuluyorum hangi çağa gitsem, ‘bir Rab’ dileği geçiren mağaralı ceylan kalbindeki hakikate çehre soruyor güneş yüzünde daha bir güzel çaresiz, elleri kanayan adamların İsmailleri yok
Sorma nasıl kaybettiğimi Sormak aklının ucundan geçiyor bir trenin erken gelme ihtimaline hiç sevinemeyiz örneğin sonuna kadar haklıyken çağlar kalbine artı bir referans da vermiyor izi gezegenin dibinde betona oturan çocuklara kalsın madam aşk ağrısını rahibelerden öğreniyor önce Tanrı sonra kutsal İsa biraz heyecanlı bir adam, resimlerde olanından daha yakışıklı, kemikli elindeki hüneri biraz sonra imparatorlarla pay edecek hücum ederken anne ölüyor babayla yalnız madam için aşk kızgın çölde deve doktorun nefesindeki soğan kadar da hoyrat atlara yoruyoruz göçleri biraz da şimdiki arabalar fiyasko ya da uçak, gemi, ne dersen
Topladığım meyveler iki uçlu süpürge iki türlü tutabiliyorum kendini belli ediyor ki, temiziz hor görmüyorum ayrıca, pak sinesinde dört köşesi masa olan bir uç uçlar gözlerin bilinmeze kayabilecek nazarında aramızda sıkışmış hava meselesi biraz zorlasak, kırmızı yaprakları veda ediyor genç bir fındık tüyü rahatsız ederken nine salıncakta çıplak ve kılsız bacaklarını iyot bahanesiyle güneşe kaldırıyor bıyıklarından habersiz alışveriş arabasını süren deli iki türlü iki kız kardeş öldürülebilir böylece arada kanıt kalmasın
Biraz zorlasan sen de sevebilirsin schopenhauer denen hergeleyi az düşünsen örneğin, kahve nereden gelir nereye gider bu yol -göç diyorlar tehcirlerin alt yapısında ufak bir memuriyet dolgun maaşlı ağaların özel kırbaçları kadar da şerefli bir iş yapmış olursun kameraya poz verince devrim dediklerini de kendi hayırlarına evrimi de bilakis, kırbaçtan tabancaya kullanan ağaların ellerini öpenlere bak ben, yanılıyor olmayı da sevebildim sen de olmayı yolda, bir ölünün ağzından öpmek gibi ya da ellerini tutup, ‘hadi kalk’ demeye benzedi kırılan camların üstüne yenilen şu azar
Derin kaz, salıncak ipini tutacak çocukların ellerini sıkı tut -sen daha büyümekten haz almamışken mezarına kapanan bakışlar diri dudaklar arzular öpmenin kesmediği yer de bir jilet bulup tıraşlamalı buzullar hiç gidilmemiş şehirlerin hiç görülmemiş yerleri mekan bakir, resimlere aldanıp o kelimeyi söyleme:’ ne güzel’ ben inançla sıralıyorum küfleşen tadını egemen oluyor her evvel de kirlenmemiş peçete eline bir başka yakışıyor şiir gibi biraz hamamın orta kapısında göğüsleri yeri öpen kadının elleriyle düşünebilmek naylon kıpırtı kapılara tutunuyor menteşe icadından beri gözlerin açılıyor kale önünde en kaslı asker kapıyı kapatıyor
Tüylerin bir av hayvanı kulağına küpe olsun ki, ne sarkıntılık bu masalar da biraz sonra düşecek kalem kadar ürkeksin toprağa benzerken, ciddi bir itiraz müddetince ‘efendim göğsüme inen sıkıntı geçmiyor’ diz kapaklarına sıçramış adamla konuşalım
Beni terk eden gölgeme bile itiraz etmedim, ne müddeti yüzyıllardır hiç bitmemiş savaş yorgunu şu insanlığa ağzıyla ibrahimi su taşıyan insanları biraz olsa alkışlasam ellerimi görmediğin kadar seversin sonra es vererek oku sesin berbat oluşu kaç suçu kabartabilir ya da kuşları kaçırabilir açken öyle açken bir adam gökten düşer kimse giyinmez inancını newton haklıdır biraz elma kasığına kadar dişlenir öldürür ağaç kendini önce pencereleri açar sonra açık kapıdan gelen yabancı vururlar tanıdıkları saçlarıyla özür dileyen çekirdekler sanat olur ben yastığın azılı düşmanı
sormasaydın söylemezdim, sormasan da olurdu zaten hiç sormazsın bu olup bitenleri bardak çoktan çatladı da haber veremedim bir ses duydum, ölen bilindi kan turuncu dondu çay filiziyle soğudu ne desem artık ‘çok geçti’
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
'too late' şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
'too late' şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.