Orta Okul Anıları / Heybe
öğle paydosunda;
kimle gönderdi anam azığımı yoklardım, bir-kaç dükkanı yanışından tanırdım heybemizi, boş gözünü ikiye katlar önüme alır, sırtlardım haftalık azığımı azığım yedi güne on yufka Ümmü Teyzemden deri peyniri harçlık bir-kaç haftada bir ikibuçuk lira gönlü olup verecekte arada bir Ebemden dört yumurta, ilk yıl Mustafa Abi’yle kaldık evde ev dediğim bir kiralık oda adambaşı on lira kira pencerenin birinin bir köşesinde kitaplarım diğerinde bulaşık yıkardım yorganı üstüme çekip ders çalışırdım üzerimde elbiselerim, çorabım, çalısız odunu tutuşturamazdım ne sobası yanan tanıdığım, ne yakınlarda bir köylüm, arkadaşım ne de birinin sobasından ısındım on yaşında bir köy çocuğu elbiselerimle uyuyakaldığım olurdu soğuk; ıbrıktaki suyu dondururdu eski hayvan pazarında pembe yada mavi naylon topla top oynardık mahalle çocuklarıyla, kimi benden yaşça büyük, kimi irice ben kaleciliği de beceremeyince ilk gelen oyuna dahil edilirdi bana da "-ufaklık dışarı" denirdi. yazılıda kopya vermediğime kızanlar vardı Ayşe, Gülşen, Nuray, Gönül sınıfımızın kızları Ramazan, Halil İbrahim, Molla ve Mustafa I-B deki bazı arkadaşlarım Imağın Recep’le aynı sırada otururduk ikimiz Nedim Yürekli müdür, coğrafyacı Halis Baş başmüdür muavini Gülnihal hanım Türkçeci Özdemir Öztürk matemetik İsmet Tıraş alamanca öğretmenimiz "-was is das" derdi hoca, almanca dersinde "-das!" "-is!" "die!" "-lampe" diye sınıfça bağırıdık var gücümüzle yüz kere yazmamız gerekirdi her satırı bilmezdik anlamını doot komt tugut e geyt in di şule• sanki almancadan başka ders yoktu, ya a başka ders çalışmak günde 24 saatten fazla zaman biraz da cesaret ister top oynayanları seyrederken bile elimizde almanca kitabı olurdu nedense hatta bir defasında gecenin üçünde öğretmenin evine gitmişim, bende saat ne gezer. böylece “zalım” denilen Hocanın gözüne girdim ilk dönem bütün notlarım altıydı, ikinci dönem daha da yükselttim Halis Baş, Basmacının oğlu Arif ağabeyle 3/D sınıfına çağırttırdı örnekler vererek saydım isim tamlamalarını, “okulun bahçe kapısının anahtarı” her derse ayrı öğretmen geliyordu ve hepsi illa kendi dersini istiyordu İskitlerin, Hunların din ve inanışları kendi ailemizin dininden daha kutsaldı Gılgamış Destanı, Hammurabi Kanunları Dolmen taş masa, Mezopotamya bizi çok ilgilendiriyordu Frigyalılar, Lidyalılar, İyonyalılar savaşlar, barışlar, antlaşmalar açılar, mercekler, genleşme katsayıları, özgül ağırlıklar debi, rejim, gel-git, büyük-küçük dolaşımlar mitoz-amitoz bölünme, terliksi ve tek hücreli diğer hayvanlar hayatta ne işimize yarayacaklar “spor”un ne olduğunu sormuştu beden eğitimi öğretmeni kimi “top”, kimi “futbol”, kimi “maç” dedi kimi “antıraman”, kimi de “Fenerbahçe” müzikten sözlüye kalktı Terzilerli Nami (Karataş) gözleri sol elindeki porteli uzunlamasına defterde, güya notaları okuyordu sağ elini aşağı yukarı sallarken, sanırım herkesin kafadan attığını sanıyordu “-doo, mee, muuu” dedi beyaz önlüklü Özdemir Öztürk matematik öğretmeni ellerinde devamlı pergel-gönye iletki derse girer-girmez herkesi kontrol ederdi ders bitene kadar sağ elinde tebeşir sağ eli tebeşir rengi sanki sağ omzu diğerinden daha yüksekti yaz tatillerinde bile Yalvaç’tan gitmezdi Sakarya Ozanlar Lisesine tayin edildi Çukurovalı Şencan Güler; coğrafya dersine girerdi Gelibolu’da yapmış askerliğini subay elbiseli nişan fotoğraflarını gösterirdi ve konu nerden başlarsa başlasın illâ “evlenme vaadiyle kızlık bozmaya” gelirdi (ders coğrafya, yurtdaşlık bilgisi değil ki hem öyle bile olsa, böylesi bir işe kim-neden kalksın on onbir yaşındaydık daha!) “üç yıldan başlar” diye öğüt verirdi, cezası katlanırmış olursa kastın haa birde 6136 Sayılı kanuna muhalefet! edersen devlet memurluğuna veda et koca bir ders yılı bu minval üzere geldi geçti “ama onları mebbus yapar, siyaset” baharda; yılsonunun gelmesine sevilenlerden çok arkadaşlarından ayrılığın acısı sardı hepimizi ama yine de; zayıfı olanlar bile, derslerden çok sosyal etkinliklerle ilgilenirlerdi trampet takımı, 19 Mayıs hareketleri müsamere, piyes, yarışma, tartışmalar, karşılaşmalar fıkralar, taklitler, türküler şarkılar Celle, Şerbo, Kazayağı, Kutu, Selami, Kaplan, Kalem, Fındık, Çelebi, okulun ileri gelenleri.. benden de ufaktı Kötür(ö)nekli Hüseyin koşuda ben en arkadaydım, o açık ara önde gelirdi son hafta, son saatler türkü şarkı fıkralarla geçti Fındığın doğal (küfürlü) Nasirettin Hoca fıkrasını öğretmen küfrederek kesti “ellerimde büyüttüğüm, solar iken dirilttiğim çiçeğimi kopardın sen, ellere verdin” “arım balım peteğim, gülüm dalım çiçeğim bilsemki öleceğim, yine seni seveceğim” “sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı hangi kapıyı çalsam, karşımda buruk-acı” “indim havuz başına, bir kız çıktı karşıma sevda nedir bilmezdim, o getirdi başıma” “gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar yer yüzünde sizin kadar yalnızım” atom numaraları, simgeler ezberlenirdi Atatürk Lisesinin deney camları toz renkli bir labaratuvarı ve yıllardır kapısı açılmamış okul kütüphanesi alttaki salonda iki "pimpon masası" vardı yaşlı, saçları beyaz, tepesi kel, koca burunlu "Kemal Amca" çay ve kuru pasta satardı.. biz liseye geldiğimizde ise; ne valeybol, ne ping-pong, ne labaratuvar ne gezi, ne duvar gazetesi, ne kollar ne kuru pasta ne koca burunla Kemal amca ne o ablalardan eser kalmıştı sadece yakışıklı Mustafa’nın “evet-hayır” yarışması o kadar… İbişağa da bu okulun hademeliğinden emekli, kızı bizim köyden evli, evleri Görgü’deydi Şafkıye Yenge hem herkese laf yetiştirirdi hem de torununa ninni söylerdi "-dan dini dandini dasdana danalar girmiş bostana koğ bostancı danayı yemesin lahanayı eee eee e" el-bebek, gül-bebek büyüdü Mithat evlerinin neşesi ne babasını gördü, ne de annesine doyabildi. .. ne de yavrusuna ……… DİPNOT yanış: süsleme, bezeme, motif, desen • dort kommt Turgut er geht in die shhule : Turgut geliyor, o okula gidiyor demekmiş mebbus : mebus, milletvekili, parlamenter Sevgili Öğretmenlerimin ellerinden öpüyorum. Fotoğraf: Matematik ve Fenbilgisi Öğretmenimiz Sn Özdemir Öztürk.. Sıhhat ve afiyet diliyorum |
Kalemin susmasın
.....................Saygılar