Aşkın Veda ZamanıŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Aşkın Veda Zamanı ve Zernişan IX
Kaderden bir yazı ki; silemez cümle alem, Siyah üstüne siyah... Nasıl yazdıysa kalem! Bilir misin sevgili; öksüz yazarlar beni Feryadımın şerhini sayfaya işlemeden. Hızı insafa gelse, yönü nazarlar beni Bahtıma deli rüzgâr koptu keşişlemeden! Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Günüm, çölde serabın peşinde sürüklenir, Gecem, her iki kutbun ayazını yüklenir! Firarî uykularla ödesem de ecrini, Tekinsiz kuytulara yetim düşler bıraktım. Yüreğimde sabahsız gecelerin fecrini Tutuşturan umuttan ne kadar da ıraktım! Uçan kuşlardan bile nafile medet uman Aşkım, hicran hükümlü kalemlerin dargını Hangi temyiz bozar ki felek senin yargını? Ne kitaptan okunur, ne defterde yazılı, Gıyaben yargılanıp resen giydiğim hüküm. Aşk ezelden hükümran, insafsız ve azılı... Darası düşse bile kurşundan ağır yüküm! Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Zamansız yıldırımla küllenen viran diyar Eğilmeyen başımı, senin için eğdi yâr! ... Umut, hayal ve düşler sarıldı mendiline, Teselli bulamadı birbirinden yetimler. Meçhul bir rüzgâr esti ömrümün kandiline, Nutkum tutuldu birden dilim nasıl betimler? Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Kaderin aynasına bakıp döksem içimi; Kâlbimdeki aşk değil, zehrin başka biçimi... Derdimin devası yok, sitem etmem hekime; Ömür zaman içinde küçücük bir zerreyken... Hayatım filme benzer, sahne ağır çekime... Dibine ışık verir mum bitmek üzereyken! Ey sevgili, unutma... Sana bu vasiyetim: Aşkım Araf yeminli, ne küs ne darıl bana; Mahşerde görür görmez o anda sarıl bana! Dilimde saklı üşür kâlbimi yakan cümle, Sessiz çığlıklar taşır Ayyuka her bendimden. Sükûtun perdesini yırtarken var gücümle; Senden vazgeçmedim yâr, vazgeçerken kendimden! Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Çiçeklerle süslerken aşkın sahil kesmini, Güneşe çizeceğiz mutluluğun resmini. Bağrına esmek için ılık meltem fikriyle Ne çölün sam yeliydim, ne dağın poyrazıydım. Tutsaydım ellerini dilde şükran zikriyle, Bir kelebek ömrüne seve seve razıydım! Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim; O anda göreceksin yüzümün güldüğünü Yerde nişan yaparız, gök yüzünde düğünü... Hayalde yüzdün belki, bir rüya gördün ya da Dense de yaşadığım; ne hayaldi, ne yalan... Yarım kalan bir aşk ki; külfeti bu dünyada, Nimeti Rûz-i Mahşer sayfalarına kalan! Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim; Gidişime üzülme vuslat öbür tarafta, Yarım kalan sevdalar yaşanırmış Arafta! ........ Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Uçan kuşlardan bile nafile medet uman, Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Ey sevgili, unutma! Sana bu vasiyetim: Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim, Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim! * Hikayesi: Zernişan IX. Bölüm: Nesrin Hanım’ın sözleri; Ferhat’a, bulutsuz gök yüzünden yere yıldırım düşmesi gibi inanılmaz gelmişti! Aklına takılan soru işaretleriyle Nurbanu Hanım’ın evinin yolunu tuttu. Dış dünyaya perdelerini çeken ev tam bir sessizliğe gömülmüştü. Bahçe duvarının kapısını aralayan bahçıvan, Ferhat’ı bir müddet süzdükten sonra: -Kimi arıyorsunuz? diye sordu. Ferhat heyecanla: -Zernişan’ı... dedi. Hasta olduğunu söylediler. Onu ziyarete geldim. Kendisini görebilir miyim? Ferhat’ın üzerinde kuşkulu bakışlarını dolaştıran bahçıvan gelen ziyaretçiyi içeriye almaya pek niyetli görünmüyordu: -Peki siz kimsiniz? -Ferhat, doktor Ferhat... Zernişan’a geldiğimi haber verir misiniz? Kendisini hemen görmeliyim. -Bekleyin, hanımefendiye geldiğinizi haber vereyim. diyen bahçıvan kapıyı kapattıktan sonra sürgülemeyi de ihmal etmedi. Ferhat heyecandan yerinde duramıyordu. Beş dakika sonra soğuk bir sesle aralanan kapıdan başını uzatan bahçıvan, buz gibi bir sesle: -Görüşmek istemiyor! dedi. Beklemediği yanıt üzerine söyleyecek söz bulamayan Ferhat’ın şaşkınlığını üzerinden atmasını zaman bırakmadan da kapıyı kapattı. Kapı, Ferhat’ın sadece yüzüne değil, hayal ve umutlarına da kapanmıştı. Bir anda dünyada yapayalnız kalmanın hissini perçinleyen kararsızlığıyla ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kalakaldı. Ne kadar zaman geçtiğini kestiremedi. Geriye doğru çekilip perdeleri kapalı evin pencerelerini hüzünlü gözleriyle umutsuzca süzerken, evin üst katında başka bir dram yaşanıyordu: Leyla Hanım elindeki mendille bir odaya kapanmış sessizce ağlıyordu. Nurbanu Hanım, perdesini hafifçe araladığı pencereden, sokakta ne yapacağını bilemez halde kalan Ferhat’ı izlerken: -Niçin kabul etmedin? diye sordu. Yazık değil mi? Bak, garibim sokakta öylece kalakaldı! Zernişan: -Bu saatten sonra neyi değiştir ki... diye umutsuzluğunu vurguladı. Hem beni bu halde görmesine gönlüm razı olmaz. Daha fazla üzülür! Hiç görmesin daha iyi, önceki halimle aklında kalsam daha iyi olmaz mı? Zernişan’ı göremeden geriye dönen Ferhat, muayenehanenin önünde sinirli bir halde dolaşan cismen malum, ismen meçhul kişileri fark edince eve döndü. Annesinin sorgulayan bakışlarına aldırmadan salondaki masaya oturup Zernişan’a sitem yüklü bir mektup yazmaya başladı. Mektubu tamamlayıp zarfın üstüne: Zernişan’ıma... yazıp evden ayrılarak eczanenin yolunu tuttu. Ferhat’ın, eczanede Nesrin Hanım’la görüştüğü esnada karanlık adamlardan siyah takım elbiseli olanı meçhul başkanlarına durumu bildiriyordu. -Abi, doktor çizmeyi aştı! Rahat durmuyor, nasıl emredersiniz indirelim mi? diye sordu. -Haberim var, indirmemize gerek kalmadı. diyen başkan yerinden kalkarak pencereye doğru yürüdü, ellerini arkasında, düşünceli bir halde uzakları süzüyormuş gibi camın önüne dikildi. Başını geriye çevirmeden: Bizim indirmemize gerek kalmadı diye sözlerini tekrarladı. Doktoru indiren bizden önce indirdi! Peşini bırakın artık. Ortalıkta görünmeyin. Ne isterse onu yapsın. Belki sevdiği kızı kurtarır. Görelim bakalım doktorluğu niceymiş. Kız kanser, günleri sayılı... Ferhat’ın eczacı hanımla görüşmesi yarım saati bulmadı. Eczaneden, Musa’yla birlikte ayrıldılar. Pizza salonunun üst katında sakin bir köşeye oturan Ferhat, Musa’nın gözlerine bakarak: -Hatırlar mısın buraya daha önce geldiğimizde adını öğrenince: Firavunların içinde âsasız bir Musa! İşin kolay değil çocuk... İnşallah bu koca şehrin firavunları rahat bırakırlar seni! demiştim hatırlıyor musun? diye sordu. Gözlerinin içi gülen Musa minnetle: -Abi hatırlamaz olur muyum? Daha dün gibi aklımda... Allah senden razı olsun abi, elimden tuttun, beni iş güç sahibi yaptın, Allah ne muradın varsa versin. Unutur muyum hiç? -Senden bir ricam olacak Musa... -Abi ne ricası, senin bana emrin olur ancak... Emret senin için öleyim ben. Musa’nın elini tutan Ferhat: -Canını, seveceğin kıza saklarsın. diyerek gülümsedi. -Emret abi! -O firavunlar şimdi benim başıma musallat oldular. Beni dikkatli bir şekilde dinle. Sana bir mektup vereceğim. Sevdiğim kıza yazdım. Bu mektubu yazacağım adrese götürüp vereceksin. Yarın da gidip cevabını getirirsin. Sen eczacı olduğun için senden kimse şüphelenmez. Yanına birkaç çeşit ilaç al, sanki bir hastaya götürüyormuşsun gibi mektubu götürürsün. Mektubu verirken yarın da cevabını almaya geleceğini söylersin. Unutmazsın değil mi? -Emrin başım üzerine abi. Mektubu ver, adresi yaz hemen götüreyim. -Hemen değil, yemekten sonra gidersin. Dikkat et kimse birşey anlamasın! Firavunların senin de başına musallat olmaması için çok dikkatli olmalıyız. Unutma, bir hastaya ilaç götürüyormuş gibi davranacaksın. Musa, bahçıvana teslim ettiği mektubun yanıtını ertesi gün Ferhat’a ulaştırdı. Üzerinde: Efendim’e... yazılı zarfı heyecanla açan Ferhat, kendi yazdığı mektubun geri geldiğini görünce şaşırdı. Zernişan tek kelime yanıt vermemiş, mektubun üzerine ağlayarak iade etmişti. Gözyaşlarıyla ıslanan mektubun satırları silikleşmiş neredeyse okunamayacak haldeydi! Ferhat’ın kafese kapatılan aslandan farkı kalmamıştı. Panik içinde bir çare arıyordu, gecikmeden sesini duyurmalıydı. Gece odasına kapanarak, söylemek istediklerini sitemli bir dille avuç içine sığabilen teybe kaydederek ertesi gün Zernişan’a gönderdi. Musa iki gün sonra geldiğinde üzgün bir ifadeyle: -Söz vermiş, dedi. Cevabını gönderecekmiş. Yalnız zamanını belirtmemiş. Cevabı hazır olunca sana gönderecekmiş. Benim de bir daha gelmemi istemediler. Abi kusuruma bakmakzsın değil mi? Sana pek faydam olmadı! Ferhat için kâbuslu gecelerden farksız günler başlamıştı. Yaşadığı son günlerin uyandığında bitiveren bir kâbus olmasını diliyordu. Ancak bir mucize acımasız zamanı tersine çevirebilirdi. Günler ve geceler zamanın paslanmış çarklarında ağır ağır dönerken ne beklenen mucize gerçekleşiyor ne de Zernişan’dan bir haber alabiliyordu. Oğlunun gözleri önünde erimesine gönlü razı olamayan Bilge Hanım da Zernişan’ı ziyarete gittiğinde hastanın ağırlaştığı bahane edilerek içeri alınmamıştı! Kemoterapiye ara verilmesinden sonra başlayan kısmi iyileşme birkaç gün ancak sürebildi. Ferhat’ın gönderdiği mektup eline ulaştığında Zernişan’ın parmaklarında kalem tutacak gücü kalmamıştı. Güçsüzleşen bedenine inat zihni keskinliğini hâlâ koruyordu. Çok istemesine rağmen mektuba yanıt verememiş, okurken tutamadığı gözyaşlarıyla ıslanan mektubu çaresizliğinin bir ifadesi olarak geri göndermişti. Eline teyp ulaştığında yanında kimsenin kalmasını istemedi. Gözyaşları arasında Ferhat’ın sesini üçüncü dinleyişinde neredeyse bütün söylenenleri ezberlemişti. Yanıt vermesi gerekiyordu. Uzun müddet nasıl bir yanıt vermesi gerektiğini düşündü. Ferhat’la gezdiği yerler bir bir gözlerine perdelendi. Uzun telefon konuşmalarını ve Ferhat’ın kendisine yazdığı ezberindeki şiirleri hatırladı. Hastanede kemoterapiye ilk başlandığında aklında şekillenen iki mısrayı tekrarladı: Kaderden bir yazı ki; silemez cümle alem, Siyah üstüne siyah... Nasıl yazdıysa kalem! Tekrarladığı beyit, aklında bir müddet dolandıktan sonra yeni mısraları davet etmiş ömründe ilk ve son kez bir şiir yazmasına vesile olmuştu. Kararını vermişti. Ferhat’ın gönderdiği kasedin arkasına söylemek istediklerini kaydedip Ferhat’a yanıt olarak göndermeliydi. Ellerini havaya kaldırarak: -Allah’ım, dünyada esirgenen mutluluğun ahrette esirgenmemesi için sana sığınıyorum. diyerek dua etmeye başladı. Ne kadar sevdiğimi en iyi Sen biliyorsun. Benden daha iyi biliyorsun. Gönlümün efendisine sesimi ulaştırmam için bana güç ver. Söyleyeceklerimi tamamlamam için bana ve sesime güç ver... Âmin! Uzun müddet Ferhat’a neler söylemesi gerektiğini düşündü. Aklından geçen düşüncelerine dilinin yetişmesi imkânsız görünüyordu. Düşündüklerinin yüzde birini bile söylese yetecekti. Teyp, genellikle gazetecilerin liderlerin konuşmalarını kaydettikleri cepte taşınabilir büyüklükte kaydedici bir cihazdı. Kaseti o kadar küçüktü ki; iki tanesi üst üste konsa ancak bir kibrit kutusunun büyüklüğüne ulaşabilirdi. Bu hacmiyle bir saatlik bir konuşmayı kaydetmesi inanılmaz geliyordu. Zernişan kasedin arkasını çevirerek yuvasına oturttu. Minik teyp sevgilisine götüreceği sesi yüklemeye hazırdı. bir iki denemeden sonra gönlünden geçtiği gibi konuşmaya karar vererek kayıt düğmesine bastı. * Efendim! diyerek söze başladı. Mektubunu okudum. Yanıtlamak isterdim ancak kalemi uzun müddet elimde tutamayacak kadar güçsüzdüm. Dileğim bu konuşmayı tamamlayıncaya kadar nefesimin tükenmemesi. Çok halsiz kaldım. Mektubunda sana adınla hitap etmediğimi sitem ederek belirtmişsin. Sana hep Efendim dedim. Çünkü gönlümün tek efendisiydin ve öylece de kaldın. İçime öyle doğuyor ki; sen bu sesimi dinlerken belki de ben gitmiş olurum. İyileşeceğimden kendim de umut kestim. Kullandığım ilaçlar ve rahatsızlığım beni çok halsiz düşürdü. Günden güne eridiğimi hissediyor ve görüyorum. Senin geldiğin gün aslında görüşmek isterdim. Seni düşündüğüm için kabul edemedim. Benim bu halimi görmeni istemedim. Çünkü çok üzülürdün. Seni ne kadar sevdiğimi en iyi Allah biliyor. Onun için dileğim: Bu dünyada yarım kalan aşkımızın Mahşer gününde devam etmesidir. Artık iyileşmek için değil, bunun için dua ediyorum. Seni bu halde bıraktığım için dileyeceğim hiçbir özür hislerimi tam olarak anlatamaz. Sana da çok teşekkür ederim. Bana bu dünyanın güzelliklerini gösterdiğin için. Acılarımı, gezdiğimiz yerlerin hayalini gözlerimin önüne getirerek hafifletiyorum. Biliyor musun, bana kopardığın kekiklerin kurudukları halde kokusu hâlâ gitmedi. Gözlerimi kapatıp kokladıkça gezdiğimiz yerleri hayalimde tekrar dolaşıyorum. Bülbüllerin seslerini de duyuyorum. Senden rica etsem o göle kış mevsiminde gider misin? O an gözlerinle aynı manzarayı ben de göreceğim. Bahar olunca bir defa da bülbüllerin sesini dinlemek için ormanımıza git olur mu? Ama sadece bir kere. Çünkü her gidişinde üzülürsün, bunu istemem. Bana yazdığın şiirler ezberimde benimle birlikte gelecekler. Bir şeyi merak ediyorum. O şiirler mahşerde de ezberimde kalırlar mı? Kalacaklarını düşüyorum. Ben de rahatsızlandıktan sonra senin için hastanede yazmaya başladığım şiiri evde tamamladım. İnsan kendi şiirlerini de ezberler mi? Sana yazdığım için ezberledim işte. Yarım kalan aşkımıza ithaf ettiğim şiiri merak ediyor musun? İnsanın sevdine şiirle veda eymesi, ne şansızlık değil mi? Mahşer’e kalan aşkımın şiiri şöyle... diyerek biraz bekleyip kaydı durdurdu. Yarım saat kadar dinlendikten sonra kaldığı yerden şiirle kayıt etmeye devam etti: Aşkın Veda Zamanı Kaderden bir yazı ki; silemez cümle alem, Siyah üstüne siyah... Nasıl yazdıysa kalem! Bilir misin sevgili; öksüz yazarlar beni Feryadımın şerhini sayfaya işlemeden. Hızı insafa gelse, yönü nazarlar beni Bahtıma deli rüzgâr koptu keşişlemeden! Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Günüm, çölde serabın peşinde sürüklenir, Gecem, her iki kutbun ayazını yüklenir! Firarî uykularla ödesem de ecrini, Tekinsiz kuytulara yetim düşler bıraktım. Yüreğimde sabahsız gecelerin fecrini Tutuşturan umuttan ne kadar da ıraktım! Uçan kuşlardan bile nafile medet uman Aşkım, hicran hükümlü kalemlerin dargını Hangi temyiz bozar ki felek senin yargını? Ne kitaptan okunur, ne defterde yazılı, Gıyaben yargılanıp resen giydiğim hüküm. Aşk ezelden hükümran, insafsız ve azılı... Darası düşse bile kurşundan ağır yüküm! Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Zamansız yıldırımla küllenen viran diyar Eğilmeyen başımı, senin için eğdi yâr! ... Umut, hayal ve düşler sarıldı mendiline, Teselli bulamadı birbirinden yetimler. Meçhul bir rüzgâr esti ömrümün kandiline, Nutkum tutuldu birden dilim nasıl betimler? Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Kaderin aynasına bakıp döksem içimi; Kâlbimdeki aşk değil, zehrin başka biçimi... Derdimin devası yok, sitem etmem hekime; Ömür zaman içinde küçücük bir zerreyken... Hayatım filme benzer, sahne ağır çekime... Dibine ışık verir mum bitmek üzereyken! Ey sevgili, unutma... Sana bu vasiyetim: Aşkım Araf yeminli, ne küs ne darıl bana; Mahşerde görür görmez o anda sarıl bana! Dilimde saklı üşür kâlbimi yakan cümle, Sessiz çığlıklar taşır Ayyuka her bendimden. Sükûtun perdesini yırtarken var gücümle; Senden vazgeçmedim yâr, vazgeçerken kendimden! Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Çiçeklerle süslerken aşkın sahil kesmini, Güneşe çizeceğiz mutluluğun resmini. Bağrına esmek için ılık meltem fikriyle Ne çölün sam yeliydim, ne dağın poyrazıydım. Tutsaydım ellerini dilde şükran zikriyle, Bir kelebek ömrüne seve seve razıydım! Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim; O anda göreceksin yüzümün güldüğünü Yerde nişan yaparız, gök yüzünde düğünü... Hayalde yüzdün belki, bir rüya gördün ya da Dense de yaşadığım; ne hayaldi, ne yalan... Yarım kalan bir aşk ki; külfeti bu dünyada, Nimeti Rûz-i Mahşer sayfalarına kalan! Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim; Gidişime üzülme vuslat öbür tarafta, Yarım kalan sevdalar yaşanırmış Arafta! ........ Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Uçan kuşlardan bile nafile medet uman, Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Ey sevgili, unutma! Sana bu vasiyetim: Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim, Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim! * Kelimlerin tükendiği yere gelmişti. Zaten daha fazla konuşmaya da takatı kalmamıştı. Leyla hanım yanına geldiğinde Zernişan kayıt işlemini tamamlamış yatağına serilmişti. -Nasılsın kızım, kendini şimdi nasıl hissediyorsun? sorusuna yanıt olarak Zernişan elindeki teybi annesine uzattı. -Bunu sonra Ferhat’a verirsin olur mu? Leyla Hanım derin üzüntüsünü elinden geldiğince kızına hissettirmemeye çalışsa da başaramıyordu. Titreyen sesiyle: -Olur kızım, dedi. bunun için merak etme. Sen kendini nasıl hissediyorsun. -İyiyim, uyumak istiyorum. diyen Zernişan gözlerini kapadı. Leyla hanım her an kızının ellerinden kayıp gideceği hissiyle Zernişan’ın yatağına ilişti. İlaç tedavisi talihsiz kızın bütün saçlarını dökmüştü. Başına sardığı beyaz tülbentle ilk bakışta melekleri hatırlatıyordu. Zayıflamış ve kansız görünen yüzüyle her an kırılacak billûrmuş hissini uyandırıyordu. Leyla Hanım, Zernişan’ın nefes almadığı korkusuna kapıldığında elini kızının yanağına götürdü. Bu temas Zernişan’ın yana dönmesine vesile oldu. Başından tülbenti kayan Zernişan’ın zayıflayan boynu daha da uzun görünüyordu. dökülen saçların ardından tülbentle gizlenen doğum gülü nişanını Leyla hanım o anda farketti. Eğilerek bir müddet inceledikten sonra Zernişan’ın tülbentini düzelterek odadan ayrıldı. Nurbanu Hanım’ın yanına gelince: -Anne, sana bir şey söyleyeceğim, dedi: Zernişan’ın ensesinin üst kısmında bir leke gördüm! Nurbanu Hanım şaşırmış görünmüyordu: -Yeni mi farkettin? diye sordu. -Daha önce görmedim. Bebekliğinden de hatırlamıyorum. -Benim haberim vardı. Ben kimseye gösterme diye tembihlemiştim. Sana söylememiş lâkin; ah, şu sır tutmanın zorluğu yok mu, sevgilisine göstermiş. Ne kerametse bozuldu işte! Konuyu değiştirmek isteyen Leyla hanım elindeki teybi Nurbanu Hanım’a gösterdi: -Kasete bir şeyler söylemiş dedi, doktora vermemizi istedi. Ne yapalım, gönderecek miyiz? -Emanete hıyanetlik yapılmaz, göndeririz. -Ne söylemiştir acaba merak ettim? -Emanet dedim ya... Hıyanetlik yapılmaz yavrum. Meleğim ne söylediyse biz bilmesek daha iyi olur. Ne zaman göndermemizi istiyor? -Bir şey demedi, ben de sormadım sadece: Bunu Ferhata ver. dedi. -İyi, yarın göndeririz. Gönderdiğimizi duyunca sevinir biraz. Leyla hanım, ertesi gün akşama doğru Ferhat’ı muayenehanede göremeyince Zernişan’ın emanetini Bilge Hanım’a götürmek zorunda kaldı. Ferhat’ı salonda görünce yüzü kül gibi oldu. Ne diyeceğini bilemedi. Kendisini tez toparlayan Bilge Hanım misafirine yer gösterdi. Kaşla göz arasında kahve ikram etti. Ferhat’ın sorgulayan bakışları altında ezilen kadıncağız ezik bir sesle: -Zernişan sana bir emanet gönderdi dedi, kendim getirdim. Seni muayenehanede göremeyince buraya geldim diyerek teybi Ferhat’a doğru uzattı. Teybi alan sitemkâr bir sesle: -Bu iş de mektuba dönmesin! demiş bulundu. Leyla Hanım’ı yaralayan bu bu söz üzerine Bilge Hanım oğlu adına özür diledikten sonra Ferhat’a kızgın bir bakış fırlatmakla kalmadı: -Oğlum, sana hiç yakıştıramadım dedi. Her şeyin bir sebebi vardır. Hemen öyle parlama bakayım. Kahvesini yarım bırakan Leyla Hanım üzüntüyle ayağa kalktı. Misafirinin koluna giren Bilge Hanım üst üste özür dileyip yalvaran gözlerle baktı: -Siz onun kusuruna bakmayın hanımım, büyüklük sizde kalsın. Siz eve almayınca çok üzüldü! -Onun iyiliği için eve almadık! Zernişan’ım, o halini görüp de üzülsün istemedi. Dua edin de kızımız sağlığına kavuşsun. Sevenlerin duası kabul olunurmuş derler, doktor bey de dua etsin... Zernişan’ım bu haliyle kendisinden ziyade onun için dua ediyor! diyen Leyla hanım üzüntülü bir şekilde evden ayrıldı. Kasedi başa sararak dinlemeye başlayan Ferhat, Zernişan’ın hüzünle perdelenmiş sesiyle söylediği her cümleyle oturduğu yerde damla damla erimekte olduğu hissine kapıldı. Kasetin, şiir kısmından sonrası boştu. Anne-oğul sıradışı bu iletişim ve Zernişan’ın kaderine teslimiyetle seslendirdiği kasetle birbirlerinin yüzüne bakamadan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Oğlunun hıçkırıklarına dayanamayan Bilge Hanım Ferhatı salonda yalnız bırakarak odasına kapandı. Yarım saat sonra salona döndüğünde Ferhatı yerinde ve perişan bir halde buldu. Oğluna mendil uzatarak: -Ağlamanın zamanı değil yavrum diye söze başladı. Bunlara bu gün yardım etmezsek ne zaman yardım edeceğiz? Dost dediğin, kara günde belli olur. Hem o benim de kızım. İnşallah el birliğiyle kızı kurtarırız. Dilerim ki gecikmemiş olalım. - Nasıl yardım edeceğiz anne? Bizi evlerine bile almıyorlar baksana! -Oğlum, seni düşündüklerinden... Sen üzülmeyesin diye! Anlamıyor musun kızın durunu içler acısı... Sesinden de mi anlamadın? Kabul et Leyla Hanıma karşı çok saygısızca davrandın. O melek gibi kadın böyle bir kabalığı hiç hakketmiyor. Kabul edelim ki; bu aile, asalet olarak bizim çok çok ilerimizde, gerimizde değil! İnşallah kabalığını gençliğine ve cahilliğine verir de kadıncağız seni affeder! Yarın hayırlısı ile özür dilemek için ziyaretlerine gideyim. İnşallah bu sefer kabul ederler... Sen Allaha dua et de gecikmemiş olalım. Eve dönen Leyla Hanım, annesini Zernişan’ın başında dua ederken buldu. Sessizce kızının ayak ucuna ilişti. Nurbanu Hanım’ın içli bir duayla dudakları kıpırdarken Leyla Hanım, Zernişan’ın yüzüne baktı. Beyaz tülbenti özenle başına sarılmış, gözleri kaplıydı. Yüzündeki hafif tebessüme rağmen, kapalı gözkapaklarının arasından sızan gözyaşlarını arada bir silen Nurbanu hanım dua ve ezberinden ayetler okuyordu. Leyla Hanım’ın nemli gözleri, uzun süre Zernişan’ın sağ elindeki kurumuş kekik dalına takılıp kaldı... (Dokuzuncu Bölümün Sonu...) Kaderden bir yazı ki; silemez cümle alem, Siyah üstüne siyah... Nasıl yazdıysa kalem! Bilir misin sevgili; öksüz yazarlar beni Feryadımın şerhini sayfaya işlemeden. Hızı insafa gelse, yönü nazarlar beni Bahtıma deli rüzgâr koptu keşişlemeden! Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Günüm, çölde serabın peşinde sürüklenir, Gecem, her iki kutbun ayazını yüklenir! Firarî uykularla ödesem de ecrini, Tekinsiz kuytulara yetim düşler bıraktım. Yüreğimde sabahsız gecelerin fecrini Tutuşturan umuttan ne kadar da ıraktım! Uçan kuşlardan bile nafile medet uman Aşkım, hicran hükümlü kalemlerin dargını Hangi temyiz bozar ki felek senin yargını? Ne kitaptan okunur, ne defterde yazılı, Gıyaben yargılanıp resen giydiğim hüküm. Aşk ezelden hükümran, insafsız ve azılı... Darası düşse bile kurşundan ağır yüküm! Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Zamansız yıldırımla küllenen viran diyar Eğilmeyen başımı, senin için eğdi yâr! ... Umut, hayal ve düşler sarıldı mendiline, Teselli bulamadı birbirinden yetimler. Meçhul bir rüzgâr esti ömrümün kandiline, Nutkum tutuldu birden dilim nasıl betimler? Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Kaderin aynasına bakıp döksem içimi; Kâlbimdeki aşk değil, zehrin başka biçimi... Derdimin devası yok, sitem etmem hekime; Ömür zaman içinde küçücük bir zerreyken... Hayatım filme benzer, sahne ağır çekime... Dibine ışık verir mum bitmek üzereyken! Ey sevgili, unutma... Sana bu vasiyetim: Aşkım Araf yeminli, ne küs ne darıl bana; Mahşerde görür görmez o anda sarıl bana! Dilimde saklı üşür kâlbimi yakan cümle, Sessiz çığlıklar taşır Ayyuka her bendimden. Sükûtun perdesini yırtarken var gücümle; Senden vazgeçmedim yâr, vazgeçerken kendimden! Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Çiçeklerle süslerken aşkın sahil kesmini, Güneşe çizeceğiz mutluluğun resmini. Bağrına esmek için ılık meltem fikriyle Ne çölün sam yeliydim, ne dağın poyrazıydım. Tutsaydım ellerini dilde şükran zikriyle, Bir kelebek ömrüne seve seve razıydım! Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim; O anda göreceksin yüzümün güldüğünü Yerde nişan yaparız, gök yüzünde düğünü... Hayalde yüzdün belki, bir rüya gördün ya da Dense de yaşadığım; ne hayaldi, ne yalan... Yarım kalan bir aşk ki; külfeti bu dünyada, Nimeti Rûz-i Mahşer sayfalarına kalan! Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim; Gidişime üzülme vuslat öbür tarafta, Yarım kalan sevdalar yaşanırmış Arafta! ........ Umutlarım savrulmuş yedi ayrı iklime; Uçan kuşlardan bile nafile medet uman, Düşlerim gök kubbeden döküldü lime lime, Sanki benim üstüme yıkılıyor asuman! Ey sevgili, unutma! Sana bu vasiyetim: Mahşer kurulduğunda çekilirken toz-duman Arafta sarıl bana bırakma öksüz-yetim, Günahım sevmek ise, ödenmiştir diyetim! ***** |
SAYGI ve SELÂMLARIMLA her zaman