ÜÇ HİLÂL
Ne olursun Allah’ım, bizi bize bırakma
Veren Sen’sin, alan Sen; bu canım Sana kurban. Hava, su, besin, sıhhat... Şükründen biz âciziz Onca nîmet içinde verdiğin nâna kurban.(1) Her insana gerekli, elbette sahih îman Ondan mahrum kalmasın kimse aman ha aman Savaş istenmese de, yeri geldiği zaman Bu vatanım uğruna; can kurban ana kurban. Allah için çarpıştı paşası da, eri de Bunları târih yazdı, hem de o gün cerîde(2) Ecdâdın bıraktığı şanlı mîras geride Mâzimiz iffet dolu o kutsal şana kurban. Bizdeki bu hasletler bütün cihânı sarsa Ülkem birden kalkınsa Edirne’den tâ Kars’a Canlı yahut da cansız kâinatta ne varsa Var olan tüm varlıklar; top yekûn O’na kurban. Başta Irak, Suriye oldu birer virâne Bir Esat’ın yüzünden söndü binlerce hâne Üç Hilâl benim özüm; Bozkurt ise efsâne(3) Üç Hilâl’e ben kurban; Bozkurt’sa bana kurban... 16/03/’15 Hanifi KARA (1) Nân: Ekmek (2) Cerîde: Gazete (3) Efsâne: Masal, asılsız hikâye, hurâfe… Üç Hilâl ve Tuğra; Osmanlı Devlet-i Âliye’yi, Bozkurt Destanı ise, Darwin Nazariyesini hatırlatır ki o da küfürdür... BÖZKURT EFSÂNESİ Hunların bir boyu olan ve adına Aşina denilen Türk boyu Hazar Deniz’inin batı taraflarında yerleşmişti. Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı. Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı. Düşmanlar onu da gördüler. Fakat cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona aldırmadı. Hatta içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp, çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri gibi yaptılar. Kolunu bacağını kesip, yani ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa attılar; bırakıp gittiler. O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini arttırdı. Zamanla Bozkurt’un beslediği çocuk gürbüzleşti. Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Aşina soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi. Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle genci yakaladığı gibi denizin öte yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu! Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı. Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi. Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı o oldu. Soyunu unutmadı. Çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti… |
saygımla