12
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1868
Okunma
Sana bir sır vereceğim yaklaş biraz.
Hani bizim bir Aysel vardı bilirsin, hep göze batan
Al yeleli atlarla yarışan, gergefine umut işlerdi hani.
İnanmamıştık, altından geçmiş üç gökkuşağının.
Sarılar giyinmişti yeşile çalan gözleri dün gece
Elleri kelepçeliydi gökyüzünün, gözleri kör edilmiş kış
Ne tek söz vardı dilinde, ne bir çığlık
Karanlıkla yüzleşiyordu yorgun duruşu
Esir pazarında susturulmuş bir köle gibi
Hüzünlü, siyah bir camın arkasında
Acıyla sıvanmış gibi şakaklarına
Saklıydı boş bakışları, şen kahkahalardan uzak
Uyuşuk yaz habercisi gibi yer gök, sokak ve evren
Nasıl sendeliyordu anlatamam, nasıl yalnızdı Aysel!
İnanır, koşardık oysa eski hayallerin ardından
Tutmazdı fal, güvendiğimiz yalanlar da tutmazdı.
Ama bilirsin, tuttuğunu bırakmıyor dalgalar.
Asılı kalmıştı mahzenlerde çağlar boyu kalemim.
Bir soluk yüz çizsem, bir mamut efsanesi dinlesem,
Söndürürken hoyrat sular yazdıklarımı
İçimdeki kavganın gürültüsü susar mı?
Düşlerimden asma köprüler geçiyordu
Dönüp duruyorduk şırıltısız bir ateş çemberinde.
İshak kuşları feryat feryat
Göğsümde acı bir hüzün, yıkıldı yıkılacak
Yine Aysel, yine yenilgiler, yine sen ve yine ben
Giden güneşimizdi bilemedik, uğurladık istemeden.
Bir gün daha devrildi koyaklardan.
Çözüldü dili lal rengi şafakların.
Her yer kir, pasak ve şımarık kuru otlarla
Sırıtıyordu yasak yüzlü dalgalar aynamızdan.
Kumsal uyumak istiyordu, deniz sırılsıklam.
Ah Aysel! Saklama yüzünü kendi ruhundan.
Haydi, aç gözlerini!
Herkes sırtını yaslamış bir okyanusa.
Öğütüp duruyor biriktirdiğimiz düşleri
At şu ölü toprağını üzerinden, silkelen.
Mayalansın göle çaldığın beyaz gülüşü umutların
Ya tutarsa! Ya tutarsa!