İKİ IRKSIZ ÇOCUK
Sırtına yorgunluk gibi yaslandığım çam,
Salladı dallarını, yüzü toy bir Haiti Suyun aynasında, rüzgârın ısırık izinde Hayal bile edemediğim onur tacı altında Kan mı düştü ussuma, bırakın rahat oynasın çocuk. İçimde çağlar boyu taşıdığım yük Sinek yüzlü çocukları hatırlatır bana hep. Yüreğim doludizgin gözdağı, öfkem kabarık Tafrası yön mü değişti tarifi imkânsız ihanetin? Söyleyin, nedendir giderek artan voltajı kahroluşumun? Serbest bıraktım özgür filmin aktörlerini. Yanıp yanıp sönsün diye üçer beşer yıldızlar Ne falakanın günlüğü açılsın bir daha Ne “Tomato!” çağrısıyla gelen ölümler Her anım, her dönüşüm av mevsimi Ortaçağ öykülerini silmekle uğraşırken gözlerim Apansız koşup, dev bir çınara sığındı simsiyah inci Ah! Spartaküs’müş gördüğü bin cana değer Hep aynı kördüğümü çözen dedektif sevinciyle Çiçek tarlasında, kelebek düşünde terk edilmiş Nasıl kırgın, nasıl kor Vezüv yüzü anlatamam. Bütün renklerin soluşuydu ortakçılardan arta kalan. Az ötede, oyun parkını arşınlıyordu iki kız çocuk. Zulme inat, ayrışmaya inat, sarmaş dolaş kol kola Biri yeşil vadide bembeyaz düşesti Diğeri gecenin gerçek yüzü kadar kara Öterek dönen topacın çemberinde Tarihin ipliğini pazara çıkaran Durma çocuk, çevir bereketli kolunu tulumbanın. İç kana kana İç ki görsün dünya âlem kardeşçe nasıl yaşanırmış Nasıl kaynatılırmış soyu pusuda bekleyen yarasaların Arınsın vahşetten ruh, yıkansın artık deniz ışıkla. Aynı çatı altında, tek şemsiye yeter bize. Demir atın düşlerime, oturun dizlerime. Gökyüzüne saraylar kuralım köleliği unutup, Yeryüzüne filden çadır gönül borcuyla Zıplayın… Zıplayın… Ki yeniden doğsun güneş Zıplayın beyaz bulutlara yol yakınken Henüz keşfedilmemiş orkestra cıvıltısıyla |