Tanrıya Çizilen Yol
daha bitmeden
peşinden bir yağmur hep yarım kalıyor ağ gererken bedenime çakılı taşların konuşmalarına şahit olan örümcek toprak ayağa kaldırıyor asırlar sonrasına hazır olmayan ellerimi nasıl bir ayak izi sürmedir ki bu nefesi her an ensemde düşmanımın bütün karanlıklar sokak lambalarının altına mı birikiyor yirmi beşinci saat zamanlarında bir kapı düşünüyorum gelişigüzel yerden göğe açılan yıldızlar bir ipe dizilmiş kopuyor çığırtkan kadınlar topluyor eteklerine telaşlı gri gecelerde kimse kimseyi tanımıyor gökküşağı beline sarılıp gittiğinden beri ihtiyar bir bilgenin kelimeler dökülüyor kum saatlerinden kelebekler boşalıyor ömrü kısa zamanlara bir yol çiziyorum döndüğümde herkesi ölü bulmak için sığınmacı duvarları elleriyle kazıyan ölüler içinde üzerimden geçen yüzlerce atlının ayak seslerinden kayboluyorum sonuncusuna biriktiriyorum gözyaşlarımı kuru bir ormanın rüzgar bütün dallarını kırıp savuruyor ellerine mızrak oluyor helak edilecek bir kavmin gök karışıyor kuşların karmaşasından karşı kıyıda bir kayık batıyor çöl ortasında sükunet içinde istila ediyor sarmaşıklar bir mağrayı sonra bir kitabı ortasından açıyorum saçlarını biriktiren kadınlardan bahsediyor tedirgin tepelerin diplerinde bitmeyen kaygılarında yol alıyor elinde çember koşturan bir çocuk sonsuzluğa bulutlar olanca hafifliğiyle yere iniyor yazılmış ilk kitabeleri gizlemek için kızıl topraklar için köleler asılıyor zarif boyunlarından bir havza kenarında çaresiz bir çobanın gömütü kayboluyor cebinden üç hurma düşüyor gökten ayetler ardı sıra buğdaylar biçilip kazanlar kaynıyor kerpiç odalarda örümcek mağarasına ağ örüyor sessiz sessiz ve Tanrısını arıyor insan. |