Avlusunda Yerkürenin
yüzümü örten yaprağı akarsuya bıraktım
gördüm toprak kan insan ölü rüzgarda savrulup gelen bir çiçeğe dokundum yurdum bıçak sırtı ellerimle açtığım yaralarım kuşların gözyaşları doldururken su kuyularını yakılmış bir köyün küllerini savurdum göğe kerpiçten bir duvarın oyuğuna filizlenmiş şu göğsümdeki acı zifiri gecede kozasında ölü bulunan bir kelebek ay ışığında şimdi durmaktayım içinden çıkamadığım yer kürenin avlusunda devrilmiş bir çit gibi dünya kabuğundan bir elma soyulur gibi arınırken o büyük sonsuzluğa açılan kir bahçesinden kan şu gömleğime sıçrayan devinen bir acıyım çiğnenen bir yol korku dolu bir ormanım kendine büyüyen koynumda mızrak duruyorum bir avcının avını kaçıracak dal parçası gibi yerde sığmadığım şu evrenin dokuz kat göğünün dibinde ayak izlerinizi sildim içimde parçalanan kil topraktan çocukların ufalandı elimi sürdüğüm kayalar dibine oraya bir kayık bıraktım ala zamanların kaybına ve yanına bir tas su içinde ağlar iken gördüğüm ağaçların sureti ustasıyım taze bir yaprağı çığ altına uğurlamanın acıları biriktirmenin dağların oyuklarında bağırdım kendi içime bir tren yükünde batırıp çıkardılar kan kaynayan kazanlara öyle açık seçik cesedimde toprak kokusu paslı gözlerim gördü ve kulaklarım işitti insan şarkılarını yerin altından sürüklediler baştan uca yeryüzünün sınırlarını çizdiler titrek elleri bileklerimde al bu cebimdeki elmayı sat petrol al annen yıkansın sedyeden indirsin bütün çiçekleri koynunda yatırsın kirlendi atıldığım sular. |