gecenin gizemineden en çok gece üşüyorum? ve neden en çok gece korkuyorum? diye sorardım kendime. karanlık mı acaba bütün bunlara neden oluyordu yoksa tanrı mı geceye bu büyüyü veriyordu. bilinmez bir sancıdır karanlığa gebe kalan hayatlar acısı tan yerinin ağarmasıyla başlar saatler biraz daha ilerleyince tıpkı deniz gibi hafiften dalgalanır sonra bizi hepten teslim alır. şimdi dalagaların serpişerek yüzümüzü ve gözlerimizi istattığı anın başlama noktasındayım sanki gözlerim hafiften kayıyor gök yüzüne ve biraz sonra karanlık çöker diyorum yıldızların arasına. ama nedense yutkunuyor kelimeler ağzımda yarım yamalık ve öyle üşüyerek çıkıyor ki dimağımdan sanki o an hayat duracak diyorum. oysa korkunun sözcüklerle başladığını bilmiyordum ve nedense gün ağarmadan evvel ussuma düşüyordu bu illet. her kelime ölü bir ceset gibiydi tıpkı duvara çarpmış gibi mora çalıyordu. sesimin tonu, yüzümün rengini değiştiriyordu ansızın hani biri görse anlaması içten değildi bu değişimin ya da mora çalınan bir kelimenin. oysa kimse yanımda yoktu yalnızlığın kederli bu anında nefessiz kalmış birkaç sözcükten başka. ki onlarında beni hepten bırakıp gitiği saat gecenin zifiri karanlığıydı yani tanrının yarattığı korkularla başbaşa kaldığımız andı. binlerce insanın öldüğü andı binlerce insanın bu yüzden kafasına sıktığı andı. eylül 2014 |