T ı p
*öyle yazıp çizmekle olmuyor efendiler
kuduran öfkem çaresizliğimden... renksiz feryatlar haykırır us’umda yanık bir serzeniş delip geçerken kulaklarımı saramam solumu kayıp ellerimle kaybolurum yitirirken çocukluğumun en bahtiyar günlerini en zengin kalan yanımı yine yeniden kaybolurum kelebek tenli sokaklarımda sihirbaza gerek bile kalmadan! diyorum ki içim içime dokunurken tuşlara basınca geçecek mi yangınlarım ah! bir bilsem yine de yazmalıyım boşluğa düşen insanlığı insanlığımı fısıltıyla da olsa duyurmalıyım göçmen dünyaya duyurmalıyım fütursuz ’’i m d a t ’’sloganlarıyla ... kuş olmayı bilemedik biz özgürlüğü tadamadan düştük düşürüldük eğer bilseydik uçmayı mavinin gizeminde bu kadar çırpınmazdık yeşerirken umutlarımız... nefes almayı bilemedik biz dört mevsimin nimetlerini görmezden geldik yaz yağmurunun orijinal melodisinden lapa lapa yağan karın asaletinden kuru yaprakların tılsımlı sesinden saçlarımızı dağıtıyor diye rüzgarın ellerinden kuş seslerinin cıvıltısından hep kaçtık... kaçabildiğimiz yere kadar bir duyabilseydik o coşkuyu bir hissedebilseydik kimnbilir belki yeniden atardı insan kalan yanımız! sorarım size ve kendime derin derin yaşamı en son ne zaman pompaladık ciğerlerimize? taze çiçek misliğini denizin genzimizi tatlı tatlı yakan kokusunu dost soluğunu evlatlarımıza ne zaman sarıldık sımsıkı sevdiklerimize ne zaman söyledik sevdiğimizi ahhh! ne zaman ne zaman..? kardeşçe yaşamayı unuttuk biz vuran vurana kıran kırana kalleşlik ihanet yalan-dolan sırtlarımızı haince vuran o çok tanıdık bizden eller de cabası! ahhh! biz biz olmayı unutalı kaç ay kaç sene kaç asır oldu? kaçıncı dünya savaşı bu Allah’ım küçücük bedenler yok olurken çirkeflerin namlularında her şey para-pulken insanlık koşar-ayak ölürken kaçıncı susuşumuz kaçıncı..? ne gerek var ki mezara salamız dünün bilmem kaçıncı zaman diliminde okunmuş en afilisinden sürükleniyoruz ha bire soğuk bedenlerin gölgesinde çağ da atladık işte bu takdire şayan! evlerimiz içinde yabancıyken birbirimize kendi içimizden firar etmişken teknolojinin esiri olmuşken hadi ayağa kalkıp son kez alkışlayalım yaşasın kelepçesiz mahkumiyetimiz! yaşasın ölen insanlık! sonra...sonra yine sus’alım susmaya alışkınız biz ezelden bir... iki... üç... ’’t ı p’’ oysa çocukluğumun en çok sevdiğim oyunlarından biriydi bu! Nagihan Ergül Çağlar (Sevgi Kelebeği) temmuz/ikibinöndört gurbette şiirime nefesini üfleyen sevgili Deniz Uzuner’e en kalbi teşekkürlerimle... |