Papulya IV’’ onurlu geçen ve onurlu yaşadığı zamanın duygularını, yüreğinin ceplerine sıkıştırarak , tozlu yollarda peşi sıra dizilerek yürüyorlardı bir bilinmeyen diyarlara doğru .. göz çukurları derinleşmiş nineler , gözyaşlarıyla topraklarını ıslatıyorlardı . genç delikanlıların elleri arkadan kelepçeli , kadınların sırtlarında sepetleri olanlar , küçük kız ve oğlan çocukları . . güneşin kavurucu sıcağında , yalın ayaklarıyla bilinmeyen bir diyarın yollarına düşmüştüler . yürek heybelerinden , ve çokça benlerinden sıyrılmış dokunuşlar bırakıldı Lazona’ya . . küçük bir çocuğun elleri arkadan kelepçeliydi , sıkıca bağlanmıştı, kolunu hareket dahi ettiremiyordu . etrafında bir kaç postal duruyordu , elleri silahlarının tetiklerinde, sağı - solu keskin gözleriyle izliyor , ve küçük bir kıpırdama duyduklarında hemen sesin geldiği yere doğru koşuyordular . postalın bir tanesi yaptıkları katliamı övüyordu , iştahlı iştahlı anlatıyordu , etrafındaki postallara .. silahlarını omuzlarına alarak dinliyordular tecavüz ettiği kadının çığlıklarını taklit ederek antıkça postal kahkaha atarak gülüyorlardı .. kimisi espiri patlatıyor parmaklarıyla öldürdükleri insanları göstererek ; ’’şunlara bak’’ karınları çatlayana kadar gülüyordular .. küçük çocuğun gözleri ardına kadar gerili , kara gözlerinin rengi solgun . ağlamaktan gözlerinin altı mos mor .. bahtının karası gözlerini , cansız bedenlerde dolanıyordu . ne yutkuna biliyor , ne konuşa biliyordu . karşısında cansız bir kadın bedeni, üstü yırtık, elbisesi omuzundan sıyrıkdı . sağ tarafında kardeşi , delik deşik bedeni çam ağacına asılıydı . az ileride bedeni param parça olmuş babası , bir ağaca bağlı . . küçük çocuk gözlerini gezdiriyordu , bedeni tir tir titriyor . . ağlayamıyor, yutkunamıyor . postal, silahının namlusuyla küçüğün sırtına dayıyayrak iteledi yüz üstü yere düşerek , kurak toprağın kokusunu içine çekti . . son kez, bir daha, derin bir nefes çekti içine . . delicesine koşturduğu tozlu toprağını öpüyordu dudaklarıyla hasret kalmayayım diye derin derin içine çekiyordu toprağının kokusunu. . güzel diyarı , o kadim diyarın güler yüzlü insanları bir lokma ekmeği bile yetimlerle paylaşan aç gezenin yanına vararak dolu dolu erzak yardımda bulunan o insanlar, kavurucu güneşin altında peşi sıra dizilerek yok oluşlara yürüyorlardı tozlu yollarda . . kadim diyar, artık ; kayıp diyar oluyordu . . Küçük çocuk toprağına kapandı . . diz üstü düşerek toprağına eğiliyordu , anılar geçiyordu yüreğinin derinlerinden ; Lazona’nın yüce dağlarında sislerin ardından doğan güneşi , dağların doruklarından izlerdi . kara gözleri ufuklar ötesine takılırdı her zaman . bir tulum sesi duyulurdu o anlarda , uçmak isterdi , kollarını iki yana açarak o boşluktan kendini bırakmak ve anka kuşunun kanatlarında, ufuklar ötesinde olan diyarlara gitmeyi düşlerdi her zaman . Tulum’u çalan Lazona’nın tulum ustası Mpula’idi . çalarken tulum’u ufuklar ve ovalar tüm renklere bürünüp yüreklere aksederdi sanki . Lazona diyarının Maçka Melas tepesine çıkarak çalardı tulumu Mpula , güneşin utangaç bakışıyla bembeyaz sislerin arasından koşardı küçük bir Ermeni çocuğu . postal küçük çocuğun saçlarından tutarak , başını yukarıya doğru kaldırdı . küçük çocuk bu kez ağlıyordu , postalın gözleri dönmüştü artık , insani bir yanları yoktu . . bıçağını kamasından çıkardı , küçük çocuğun ince boynunda , bir yukarı, bir aşağı yaparak , boynuna sürdü . . koca bir nehrin suları boşaltılıyordu . oluk oluk sular nehirin yönleri değiştirilerek , akması gereken yere değil , akmaması gereken yerlere akıtılıyordu zevk için . önlerine koyulan koca taşlarla akmasını engellemeye çalışanlarda vardı , nehrin içinde kalan balıklar can çekişerek nefessiz kalıyordu , olduğu yerde çaresizce çırıpınan binlerce can acımasızca öldürülüyordu . Boynu gövdesinden ayrılmış küçüğün gözleri parlıyordu , gülüyordu kara gözleri sanki Lazona’nın gökyüzünde uçuşan atmacalar ve güvercinler gökyüzünün etrafında dönüyordular . rüzgar esmesini durdurdu o anlarda kara bir bulut gökyüzünü kapladı , bir aydınlık aralandı semadan . küçük kesik başıyla doğruldu olduğu yerden semaya ağır ağır tırmanarak çıkıyordu ardında bıraktığı diyarına el sallayarak gidiyordu az ileride annesi, babası, kardeşi, arkadaşları vardı merdivenlerden ağır ağır çıkıyordu . ’’ Bir anda uyandı rüyasından Zifona Mezopotamya ışıl ışıldı , yaşlı bir nine ağırda keçi sütü sağıyordu . kuşların cıvıldayışları odanın içini dolduruyordu güneş ışıkları masanın üstünde duran saatin camına düşüyordu beyaz kireçe boyalı duvarda aslı duran saate baktı Zifona ve yatağından kalkarak yüzünü yıkadı . . Papulya’nın dudaklarından düşen kelimeler toprağa karışınca sıyrılıyordu sahte renginden . uzun zamandır bilinmeyen bir diyarda teni derince inzivaya çekilmişken Zifona kadim diyarın kavurucu sıcağında tek kağıtlık tütünü sarıyordu. Sürgün geçen yıllarının yazgısında Papulya’nın olmadığı yıllar Zifona’nın saç tellerinden dökülüyordu . . uğruna yazılıyordu onca öyküler Lazona’ya , Söylendi bir çok türküleri , Yemyeşil dağlarının resimleri yapıldı . On binlerce insan tozlu yollarda ölüme sürüldü sonrasında Geriye kalan yanlızca düşlerimiz ve yüreğimiz oldu . Orda yaşıyan zamane çocuklarında hep aklımız kaldı Hasret ve derince özlem duyduk Lazona’nın Havasına, Suyuna, Güneşine ve toprağına .. Renas Tutaste |