Niyazim Tanrıya Değil Sanaydı
O nasıl bir kıssastır ki;
Yusuf’u kuyudan alıp saraya yolculadı, Züleyha’yı saraydan alıp kuyuya uğurladı. Köle aziz oldu, azize aciz kaldı. Su Yusuf’a kıyamadı, Ama Yusuf kıydı Züleyha’ya. Bir tebessümden ne çıkardı? Yusuf, bir buse verseydi o kara gözlerinden, Alsaydı bir buse yaralı çöl çiçeğinden, Dünya yıkılmazdı. Yığılırdı Züleyha, şuur çıkmazdı kınından, Kıyamet kopmazdı. Bu defa Züleyha seslendi kuyudan ‘’Gel, al’’ dedi. Kurtar beni bu karanlıktan. Tut, dedi sevdalı yüreğimden, Al, dedi sürmeyi gözlerimden. Yusuf duymadı. Kulakları kapalıydı dış dünyaya. Yankılandı durdu ses kuyunun döngüsünde. Çırpındı Züleyha Yusuf’un gözlerindeki cehennemde. Ne vardı sanki bir kere tutsaydı kınalı ellerinden, Saçının tellerini okşasaydı bir kere, Kurtarıp çöl sıcağından, Nil’i akıtsaydı yüreğine, Nilüfer çiçeklerini serpiştirip gökyüzünden, Serseydi ayaklarına, Su dökseydi ardın sıra, kemerler döşeseydi yollarına. Ah be Yusuf! Ne vardı bir seferlik kırsaydın ar duvarını? Çevirip sarayı samanlığa seyranlasaydın ya, Tanrı affederdi Züleyha’nın hatırına… Yusuf duvar, Yusuf sır, Ne aşabiliyordu duvarı ne de çözebiliyordu Züleyha, Züleyha kırılmış orta yerinden, gördüğüne bin defa pişman, Çıkarıp attı yüreğini sarayın duvarından, Hırpaladı bedenini, ruhu aldırmıyordu. Biliyordu, Yusuf’tan yar olmazdı. Biliyordu Züleyha; Çöl baştan başa yeşerse de, kurusa da Nil Yusuf’u unutmazdı. Niyazdaydı Züleyha, tanrıya değil Yusuf’a ‘’Gel dedi, tasınla-tarağınla, sevabın günahınla Bir kez olsun hayra yor düşlerimi serapla ‘’Gel’ dedi, tasasını sevdiğim; Kutsa beni gözlerinin aşkına… Nimet Öner |