YAKAMOZLAR KARAYA VURUYOR YOKLUĞUNLA
YAKAMOZLAR KARAYA VURUYOR YOKLUĞUNDA
Gidişinin üzerinden kaç yıl geçti, bilmiyorum? İçimdeki hayat pınarı kurumuş, Sahra çölü kurulmuştu aynı anda Ve bugün Çorak bir coğrafya büyüyor hızla. Söylemiştim Sensizlik susuzluktur, sensizlik yoksulluktur, sensizlik sessizliktir aynı zamanda. Dinlemedin ve gittin! Sen gittikten sonra hiçbir şey değişmedi dünya adına, Yazlar yine sıcak, Kışlar yine soğuk. İlkbahar aşk makamında şarkılar söylüyor yeşilin kulağına, Sonbahar hüzünlü ve hasta kadın, Yaprak döküyor usulca, Ve ayrılık resimleri çiziyor gri bulutlara. Güneş yine yakıyor yeryüzünün ellerini, Gökyüzü ağlamadıkça. Yine rahmet adına yağmurlar yağıyor şehirlere, Aşıklar el ele ıslanıyor yağmurlarda. Kar kapatıyor bütün ayak izlerini, Tıpkı eskisi gibi. Sen gidince çekildi direkleri ve yıkıldı dünyanın bana ait yerleri, Sonra ben kayboldum sen ve dünya arasında, Buna rağmen Yine de dönüyor dünya tüm hızıyla. Gidişinin üzerinden kaç yıl geçti, bilmiyorum? Ve ben yarım kalan gülüşlerimi tamamlayamadım hâlâ, Bakışlarımı fotoğraflardan alıp gökyüzüne çeviremedim mesela. Biliyorum hayat devam ediyor dışarıda. Ama ben kayboldum yaşam-ölüm arasında. Şairler yine aşk şiirleri yazıyor, Türküler yaralı yürekleri dağlıyor. Görüyorum heybesinde umut taşıyanlar var bu gök kubbenin altında. Bir keman sesiyle meçhule savrulan sevdalılar, Hasrete katlanıyor kavuşmak hülyasıyla. Diyemiyorum ki beklemeyin, Gidenler gelmiyor! Hiç kimse geri dönmek için çıkmıyor o yolculuğa. Susuyorum umutları kırmamak adına, Çünkü yaşamanın umutla bir ilgisi var hâlâ. Gökyüzüne bakan pencerelerim kararırken, kapanırken perdeleri Dışarıda gün doğumunu kutlayan insanlar var hala. Ve güneşi iliştirip pencere pervazlarına Gülümseyen gözlerle bakıyorlar dünyaya. Ben yine gittiğin gün gibiyim, Gözlerime kaçan bulut ve yüzümde kalaylanan hüznün sebatıyla, Her gün kahve içip fincanı kapatıyorum. Ve seni arıyorum telve aralarında, Sonra suya tutuyorum, sanki akıp gidiyorsun ellerimden, Ben kalıyorum içimde bin bir kırıkla. Gidişinin üzerinden kaç yıl geçti, bilmiyorum? Diğer yarısı sende kalan canımla katlanıyorum hayata. Her gece sigarayı bırakıp seni unutmak umuduyla uyuyorum, Her sabah tütün nöbetinde uyanıyorum ve sen yine aklımda. Şafak rüzgarlarına tutsam da ruhumu, Ölüm içimde büyüyor inadına inadına. Ceplerimde ki darağacından alıyorum boynumu, Çiviler batıyor avuçlarıma, Bileklerimdeki kan şahlanıyor ismin yüreğimin kapısını vurdukça. İntiharın soğuk elleri uzanıyor yurdumun caddelerine, İçimdeki çocuklar büyümekten korkuyor, Biliyorlar ben ölürsem büyüyecek ve ölecekler sonra Biliyorlar ölüm iki nefes arasında. Sonra… Tanrının çocukları geliyor aklıma ölüme bir adım kala Ve Selenga yetişiyor imdadımıza. Mavi fotoğraflar asıyor yüreğimin duvarlarına. Sensiz ve umutsuz olsa bile tekrar devam ediyoruz hayata, Yarım kalan nefeslerimin yerine rüzgar içsem de. Canım yanıyor… Canım acıyor… Ömrüm kanıyor… Yüzüm kırılıyor sonra… Umutların kayıtlardan düştüğü bir anda yaşamak ne anlama gelir, Onu da bilmiyorum aslında? Ve eğer yaşamak sadece nefes almak ya da ölmek içinse Neyse! Devam etmeliyim içimdeki çocukların yüzü suyu hürmetine. Hayat asık çehresiyle dönüyor etrafımda, Omuz omuza yürüyoruz dar geçitlerde, Birer düşman gibi bakıyoruz birbirimize. Gidişinin üzerinden kaç yıl geçti, bilmiyorum? Zihnimden son bakışını silemiyorum. Sesin yine yankılanıyor kulaklarımda, Dışarıda hayat devam ederken, Ben an be an ölüyorum içimde Ve yaşarken ölenlerin bir mezarı olmuyor bu coğrafyada. Yıldızlar bir bir sönüyor gökyüzünün kucağında, Ay ışığı saçlarımda ağlıyor. Yakamozlar karaya vuruyor sonra… Gidişinin üzerinden yıllar geçse bile, Yaralarım sıcak hala ve kirpiklerin tuz ekiyor boyna. Şimdi bir anda göklerden inse gümüş tüylü ak kısraklar, Sırtlarında Tanrıça suretli meleklerle, Cennetin ak gölünden bir damla süt getirip damlatsalar dudaklarıma, Umay yıkasa beni Kevser şarabıyla… Belki aşkı yaralarıma sürebilirim merhem diye, Bir cenk yaratabilirim hayatla, kazanabilirim hatta. Bin bir gece masalları anlatırım içimdeki çocuklara, Destansı bir aşk hikâyesi yazarım belki kendime. Çeyiz sandığından biraz avuntu bulurum, Bir kaç delilik hikâyeleri… Kim bilir? Kirlenmekten kurtulur belki suyun elleri… Nimet Öner |