rastgele şiirŞiirin hikayesini görmek için tıklayın "Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi, ölünceye kadar reddedeceğim."
ڪے Albert Camus ڪے hani sen açıyorsun ya yüreğinin kafesini bilmiyorsun şimdi göğe kaç güvercin uçurduğunu ama herkes bilirdi gözüm! mavi göğün kanatlarındaydı pepuk kuşunun özgürlüğü ve uyurken periyodik acılarımız düzensiz inerdi yeryüzüne farz-ı misal dev çukurdu da ayaklarımızın altı karambole yuvarlanıyordu herkes tut ki birbirimize dokunamadan bir yere teğet çakılma korkusu sarıyordu her yanını tut ki düşün düşünün içine ettiği yerde hatırı sayılır voltalarla el altından boyuna suluyorlardı zulanı iyisi mi masallarda uyumaktı kınalı kuzum! muhtemelen doğaya kollarımızı uzatınca da kucaklayacak yiğit çıkmayacaktı karşımıza saçlarımızdan parmaklarını sabırla geçirecek avuçlarımızın içini adam gibi terletecek tut ki bütün eller mühürlüydü tut ki kabahati büyük ve özürlüydü çocuğun gözlerinin içinde görürdün yitirdiği gülüşü geriye bize ancak otuz sekizden kalma kolektif acılar göz yatağını sel altında bırakan dalgalar -f tipi- mastar eklerini hangi uzun havayla çekeceği kaygısını duyacak ağıtlar kalırdı "dünya görünmez düşmanlarla doluymuşçasına kum torbasını yumruklamakla" geçirirdi ömrünü göğsümüzü döverdi akreple yelkovan üstelik ’geçti mi artık?’ diye soran yavrunun masum sesiyle inlerken şu duvarlar geçmezdi yine hiçbir şey gözüm! siyahın güdülen tohumlarını kefensiz içine gömmeyi gelenek sayan analar nasıl da hüzünlerini budardı o dumanlı mevsimde bilmezsin kirpiklerinden tel tel okunurdu sertifikalı yaşları sen gene geçti bil şehir mezarlıklarının kemik başına düşen acıyı sendeleyerek taşıdığını herkese eşit dağıtılmayan vicdan genleri barış ve savaş arasında sıkışıp sindirim bozukluğu yaşardı o dönem havaya sıkılan her b-ölü-cü kurşun kürek kemiğimizin sol tarafını delip omuz omuza gelmenin önüne geçmek için bütün köprüleri yıkardı başımıza gelişigüzel kundaklanırdı hayallerimiz mutluluğa ayrılmış güler yüzlü bir kara parçamızı dahi bulamazdın haritada kollarımızın arasına sığmayan devran gözümüzde küçülürdü sonra küçülürdü insanlar... peşine annem avuçlarını göğe açıp ’hızır yardımcımız olsun’ derdi ama sesimizi duyan olmazdı tanrı başka bir gezegeni kollamakla meşgulken unuturdu bizi sürekli mayınla döşenmiş saatler kuşkuyla bakarken birbirine üstümüzdeki sayısız çığlıkla yakalanırdık bir şafak vakti şimdiki zaman kipleri mesafeli duran geniş zamanlı bir düşünceyle karşılaşınca tedirgin olurdu hemen ...olsun! yine de gülümseyecek kadar açılırdı sanki dudağın uçurumda kalan öteki yarısı ama alçılı yüzlerin çok az pay çıkarılmış tebessümlerini ortadan ikiye bölüp sınırlardan uzaklaştırınca ’kendine çok iyi bak!’ ünlemiyle sarsılan ve etrafına endişeli bakan ifadelerin oyununa gelip her seferinde çuvallayarak bırakırdık birbirimizi yani mutluluğumuz değil de hüznümüz bulaşıcı sayılırdı bre! hacmini taşıran ve son derece metanetli görünmeye çalışan buna rağmen mutlu sonu kendine çok gören takım hikâyeleriyle gelip küflü duvardan malzeme kaçıran birkaç densiz tuğlanın boşalan içlerini doldururduk burası da beş yıldızlı işkence merkeziydi milletin gittiği güzellik salonları olurdu paraya para demedikleri bizim de bedava eğitim gördüğümüz şiddet içerikli metodlarımız vardı hoş geldin lâ kapitalizm! o süre zarfında kendi varlığımızı unutana dek tutulurduk dışarıyla temasta olmak, acılar kahvesinde iki demli çay içmeye benzerdi bazen bazen de karşı cephelerle kurulan kontrollü yakınlaşmamızdan ötürü iyi hal indiriminden faydalanıp hafif sıyırıklarla başka acılara şartlı tahliye edilirdik üstüne de kaza namazını kıldırmayı unutmazdı namussuzlar yani kibar bir dille gerilimi yüksek tutulan ’kapımız size her zaman açık yine bekleriz’ toplu grup seanslarından çıkmaydık ne yaparsak yapalım gözüm! hayal kuran gizli odalara bile sızardı terör estiren potansiyel katiller sistemli şekilde kalite kontrolden geçirilip yontulurdu beyinleri insanların dev aynasında kendine sırıtıp bayılırdı replik kapmaya aksiyonu yüksek senaryolarda hani beni yanlış anlama ama yanlış pozisyonda yakalanan ve üst tabakadan gelen tek komutlu gölgelerin geçit töreni olurdu ya hani zincirli tasmayla havlamaların muaf tutulduğu av köpekleri hani desem ki dudaklarım üç kaldırım boşluğuydu üst geçidi tadilat çalışmalarından ötürü trafiğe kapalıydı ne yazık ki burdan bakınca cibilliyeti seçilmiyor alt geçitte yan yana duran üç nokta sessizliğim vardı bkz... vurguları tek hücreli amiplerin yuvasıydı burda başka bir noktaya hacet yok terbiyeni takın sendromu var yalnız kimseyi üzmek istemem lâkin dizlerine vurup -ağla gözlerim ağla!- vagonlarla üzerinden kimliği belirsiz göz yaşartıcı travma geçtiyse bağışla beni gözüm bağışla! yani sen açıyorsun ya yüreğinin yanık sesini bilmiyorsun şimdi yasa dışı kaç prematüre düşün doğduğunu mer@lgül... |