ESARET ANASIDIR ÖZGÜRLÜĞÜN/köprüye ilk adımdan sonra... nereye gittiğimi bilemiyorum, böyle iki kolumda iki okkalı melek birisi cennetin en seçme hurisi, cehennem kapısında bekçi diğeri patlatmışım içimdeki mühimmat deposunu, mühim değil diyerek ama öyle mühimmiş ki, esaretin bile tadına varamadan ölmek. esaret… ben yüreğine mahkumiyetimden söz ediyorum elbet. sabah güneşinden daha sıcak, içime dolan nefesinden dallarda açan tomurcuk gibi, hiçbir şey düşünmeden bittiği yerden başlayan sevişmek, durup dinlenmeden. sadece aşk için ödenirken bunca diyet, başka esarete ne hacet. ... (sevgilim sana söylüyorum, sen de dinle memleketim) ... /türkü söyler gibi patlar hücrelerim... bil ki canımın içi, o esaret bile dört duvar arasına sıkışınca böyle korkmadan basarım her teline, damarlarıma döşeli deli mayınların ve öyle çıkarım ardına taş duvarlarımın, iki kolumda iki kolluk ile çünkü esaret sancılarında doğumlar, ancak böyle olur özgürlüğe. özgürlük… bir yudum su içmek filan değil, boğulmak dört-dörtlük. attığın her kulaçta, bir kulaç daha geçerek ufuk çizgisini güneşi batmaz denizlere, altın düşler serpmek masmavi özgürlük, gerçeği sınır ötesi yaşamaktır yani, düş gibi. ama ne bir gecelik olmalı ne de günlük, daima dünden yarına, ömürlük. * * * İşte böyle… Şimdi başım dizlerinde, gözlerinin derinlerinde kaybolarak izliyorum dağlarda kır çiçeği toplayan çocukları. Kulağıma bir memleket türküsü fısıldıyorsun uzaklardan bir yerden, içim titriyor. Gökyüzü masmavi, deniz hafif çalkantılı. Cevat Çeştepe |