FALANCAYA AĞIT
Bugünlerde içimde bir tuhaflık duyarım,
İki üç aydan beri düzen tutmaz ayarım! İş yoğun, mevsim hazan, huzurum biraz noksan, Tansiyon on sekizde, sıhhatim yerle yeksan! Hatıralarda kalan bir düş gibi Erdemli; Dalar giderim bazen, böyle gözlerim nemli… Ve dünyada tek dalım, evlatlarımla eşim, Onlar da olmasaydı hiç doğmazdı güneşim! An gelir, düşünceler gecelerimi alır; Ayak yorgan müsavi, ne uzar, ne kısalır! Yıldız gibi kayarken gençliğim avucumdan, Bir masal anlatılsa usulca başucumdan; Deseler ki; “Halil’im, aldırma, rüyadır bu; Uyanınca bitecek, tatlı bir hülyadır bu!” Hele de saf gönüllü öğrenciler olmasa; Çekilecek dert değil, hüzünlüyüm hülâsa… Dostlarım; mecrasından saptırmadan gayeyi, Nakletme vakti geldi artık şu hikâyeyi: Çok eski zamanlarda, ülkenin bir yerinde, İki komşu köy varmış; mazileri derin de; Biri Avşar köyüymüş, diğeri Çerkez köyü; Kıskançlık varmış biraz, milletin genel huyu! Avşarlarda âşıklık yönü vardır herkesin; Lâkin yakım yaktığı pek görülmez Çerkez’in! Bir gün, Çerkez köyünden bir zat rahmetli olmuş. Ölüm Allah’ın emri, neylersin, vade dolmuş. Cenaze ortadayken koşarak iki kişi, Avşar köyüne gelmiş, biraz acele işi! Tez ziyaret etmişler bir Avşar ninesini; Nine ağıt yakmaya vermiş kırk senesini! “Kapına geldik nine, yüzümüze bakıver; Köyde cenazemiz var, gel de ağıt yakıver. Hani, bizim Çerkezler anlamazlar ağıttan; Birkaç eski şiir var, okuyorlar kâğıttan!” Nine, nazlanmış ama teklifi kabul etmiş. Çok vakit kaybetmeden Çerkez köyüne gitmiş. Yüze hüzün gelsin ki, gözünü ovuştura; Ve ağıda başlamış dizine vura vura: “Nasıl yansın bu gönül, can bizden olmayınca, Teker teker biter mi, kırkı bir ölmeyince!” “Ağlarsa anan ağlar, gerisi yalan ağlar.” Ele ağıt yakılmaz, sevgisi olan ağlar! “Falancanın anası” ölmüş, verildi selâ; Yüreğim zerre kadar acımadı meselâ! Yapmacık hicrân olmaz, girmeyelim zahmete. Değmeyene üzülmek, zulümdür merhamete! Halil GÜLŞEN |