63
Yorum
93
Beğeni
5,0
Puan
5482
Okunma


falanca bir şehrin adıydın sen
tuz ve yosun kokusu dökülüyordu hasretinden
dilimde biriken kelimelerin hasat zamanı geldi de geçiyordu
dev dalgaların kayalara vuruş sebebi hep rüzgarındandı
az önce çarşaf gibi değil miydi bu öksüz deniz
şimdi bulutlar bile küsmüş renksiz güneşine
gök mü bu yüzü kapkara
sana kim dedi ki kum saatin erkenden dökülsün diye
aslında fırtınadan önce gitmek vardı ya şehrin bu kıyılarından
şu kulaklarıma gelen gürültü yosunlara vuran dalgalarından mı
yoksa birbirini ezen aç insanlarından mı
II.
kalemim ağlıyor canım acıyor
hasattan yeni çıkmış şiirlerim nasıl da kanıyor
rüzgarlar peşimden esip duruyor
güneş, kara bulutların kıyısında açmak için kıvranıyor
nöbetçiler her köşede engellere bürünmüş
esmer gökyüzü geçit vermiyor
III.
hani; diye soruyorlar rengi değişmiş saatime
(aslında çekmecemde de)
sessizce konuşuyorum geç kaldığım zamanla
bir martı konuyor duvarsız gözlerime
dalgalar ıslatacak
yanına gitsem
ya da uçacak biliyorum
...bir tren ıslık çalıyor...
hep aynı saatte ağzında cigarası
duman ki ne duman üflüyor öylesine
(ütüsüz elbiseyle yaklaşıyor bir tren emektar makinistiyle)
eski bir gemiye biner gibiyim yine
yine boyası dökülmüş siyah beyaz...
elimde varmış gibi jetonum
tuz ve yosun kokusunu kokluyorum
ya sonra
hasada g i d i y o r u m, elimde kalemimle
zor geliyor dalgaları silip üstüne güneşi yazmak
her gün emektar makiniste ütü yapmak
aynı saatte treni ray’a çıkarmak ve ıslık çalmak
ıslak martıyı kurulamak
güneşi güneyden açtırmak
kalem biterken ucuna yeniden kalem takmak
kum saati dökülürken durdurmak
şehre hoşça kal demek çok zor geliyor
Davidoff/ Eylül. 2013
Not: Şiiri aşağı ve yukarı çevirerek okuyabilirsiniz.
5.0
100% (94)