Vuslat
İçim içime sığmaz, dışım içime girmiş.
Baktığımda yüzüne şaşırdım yörüngemi... İnsan henüz ölmeden yaşamayı özlermiş Kaptan söyle ne olur, nereye gider gemi, Neden taşır da beni taşıyamaz gölgemi? Heyecan mı, aşk mı bu, geçici bir heves mi? Ne ara döndü meltem böyle bir kasırgaya? Ateş mi yakıcıdır, gözlerin mi, nefes mi? Başladı hengâmeye, hava, toprak, su, kaya… Başladı toz bulutu, derinden ağlamaya. Yüreğimin içinde mahşeri kalabalık; At izi it izine karıştı yıllar yılı. Denizde boğulurken, gölete düştü balık Ey sevgili, uzaktan uzat bir zeytin dalı! Sana meftun bu gönül, sana tutkun, sevdalı… Kalk gidelim diyorum, bazen deli gönlüme Dinlemez beni gafil, dinlemez beni zinhar! Hani bir nefes sonra gidecekken ölüme Yarım nefeslik anda vuslata çağırsalar Kim ola ki dünyada benden ala bahtiyar? Vuslat iki hece ki iki âleme gebe Her birinden bir âdem zuhur eder içimden. Vicdan ve nefs babında başlar ki muhasebe Kaç günahsız asılır, kaç günahsız suçumdan… Filler sorumsuz mudur, acep ezilen çimden? Ölüm kiminin sonu, kiminin başlangıcı Yaşıyorken ölen var, öldüğünde can bulan… Harabe kalesinde faniliğin yargıcı; Dilinde boş lakırtı, kırk dereden kırk yalan, Doğruluktan tek zerre yoktur vuslata kalan. Vuslat, illa kavuşmak anı değildir. Zira Vuslat, bazen hayalin başladığı noktadır. “Ey âdemoğlu uyan, beyin istemez kira”, Diye haykırasım var. “Düşünmek bedavadır… Hayır, hep varda değil, vuslat bazen yoktadır! ” Bazen Yusuf’a kuyu, bazen Yunus’a balık, Bazen ateşten doğan gül bahçesidir vuslat! Onca haz vermemiştir Süleyman’a sultanlık Ona konuşabilen hüdhüd sesidir Vuslat. Bazen tahttan inmekle başlıyormuş saltanat… Mecnun bir top ateştir, lakin soğutur çölü Leyla, buzdan bir heykel olsa, yakar Mecnun’u. Dağdan değil deryadan geçse Ferhat’ın yolu Görürdük bir denizin nasıl kuruduğunu Ya toprağa gömerdi, ya emerdi suyunu. Deniz tuzsuz sevgili, Güneş ışığa muhtaç Üşüyor ay, yıldızlar kıyameti bekliyor. Aşkı bilir mi sence Somali’deki bir aç? Ne yanda ekmek görse o yana emekliyor… Nasıl bir şeydir vuslat? Kim, nerede saklıyor? Yürüyoruz riyakâr bakışlar arasından Ana rahminden toprak olana dek sevgili Derdimizi anlamaz akıl fukarasından Görmediğimiz tavrı, duymadığımız dili Aldık dostlarımızdan, nasıl kınarız eli. Vuslat adımlamaktır, gerçeğe giden yolu Ucunda darağacı, yağlı ilmek olsa da… Derler bir gün yüzüme; “Ey Allah’ın saf kulu Beklediğin umutlar, küfrettiğin tasada Sıkı sarıl bırakma, o seni bıraksa da.” Bil ki sevgili, vuslat, ana varmak değildir. Henüz ana varmadan, anda kalmaktır vuslat! Vuslat, yâre ulaşmak, öpüp, sarmak değildir, Gözlerindeki nura bakıp dalmaktır vuslat! Ondan çıkan solukla nefes almaktır vuslat! İsmail Uysal |