yolculukŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı kitabının verdiği ilhamla...
Akşamın morluğunu tırmalıyor bir kedi -beni içeri al- Köpekler ağlar gibi ulumaktalar Salonun sessizliğini bastırıyor sokağın sesi Pencereyi kontrol ediyorum –kapalı- Yoksunluğun, yoksulluğun ve kimsesizliğin izi vuruyor duvarlara İzolasyonsuz binalar gibiyim hayata Sıcağı da, soğuğu da içime işliyor dışarının Hangi cephesine dönsem yüzümün Başkasıyım. Beni bir duvar dibine bırakmıştım dün öylece Okuduğum kitaptaki nar ağacı yetişti yalnızlığıma Hikayesini anlattı durdu hiç sormadan Yüz yıl evveli de böyleymiş diye geçirdim içimden Konuşsam kızacaktı Saygı göstermiyorum sanıp acısına Ki acılarıyla tarih yazan Balkanlardan gelen Soğuk ve yağışlı havaya alışkındı bünyemiz Üşümemiz Tarihsel bir iç çekiş -miydi? Fotoğrafların içine nüfuz edemeyen varlığım Duvara karışıyor sinsice Geçmişim gölge gibi uzayıp kısalıyor sokak lambalarının altında En değerli hikayelerimi zihnimin çekmecelerine dolduruyorum Tasniflemek için henüz zamanım var -umuyorum- ‘’Bir kitabım olmalı’’ cümlesi aklımı çeliyor durmadan Bir kenara koyuyorum. Sokak lambasının korunaksızlığına üzülüyorum sonra -keşke hep bahar olsa- Oysa varlık nedenini bilenler üzülmezler kendi adına Hizmet edebiliyorlarsa amaçlarına. Soğuk bir beton yığınıyım; iki daireyi ayıran Birbirine teğet geçen koltukların üstünde farklı kanalları izliyor iki aile Hem tanıdık, hem yabancı; hem benzer, hem de farklı Sesleri çekiyorum kendime Isıyı Kokuyu Zaman zaman korkuyu- kapı ardına sığınan- Ve susuyorum bildiklerimi Herkesin kendine sustuğu gibi. Duvarların dili olmadığına şükrediyorum yolculuk sona erince Ve ekliyorum: Eşyanın ruhu yoktur inşallah! |
Herkesin kendine sustuğu gibi.
Bu satırlar içimi titretti.Güzeldi canım benim.