Pençe-i Şîr YarasıŞiirin hikayesini görmek için tıklayın (*) Kuğu Takımyıldızı: Yıldızların diziliş biçimi en zarif olan, gökyüzüne kanat açmış uzun boyunlu bir kuğuyu anımsattığı için, bu takım yıldızına Kuğu Takımyıldızı adı verilmiştir. Bilimsel adı CYGNUS olan bu takımyıldızının en parlak yıldızı: Deneb’dir. Çalgı takımyıldızı’nın Vega’sı, Kartal takımyıldızının Altair’i, Deneb ile düz çizgi ile birleştirildiklerinde: Yaz Üçgeni adı verilen ikizkenar bir üçgene çok yakın bir geometrik şekil ortaya çıkar ki, bu üçgen bütün yaz boyunca gökyüzünde görülebildiğinden, diğer yıldızların tanınmasında anahtar rolü oynar.
(**) Misk: Asya’nın yüksek dağlarında yaşayan bir tür ceylanın erkeğinin karın derisi altındaki bir bezden elde edilen ve parfüm yapımında kullanılan güzel kokulu bir madde. ’’-Misk yerini belli eder.’’ deyimi Değerli kişi veya sey, nerede olsa varlığını duyumsatır,gösterir anlamında bir deyimdir. Amber: Baklagillerden süs bitkisi olarak yetiştirilen amberağacının kabuğundan elde edilen, reçinesi koku yapımında ve eczacılıkta kullanılan, mimozaya benzeyen bir ağaç. (***) Şîr-i pençe yarası: Kızılyara, şirpence ve şirpençesi adları ile bilinen, bilimsel adı: Karbonkül olan multifokal bir bakteryel lezyon olup, etken Staphlococcus Aureus’tur. Laboratuvarda deneysel olarak üretilirken, Alfa hemoliz ve altın sarısı pimenti ile tanınan bu bakteri; Stafilikok grubu içinde en patojen olan suştur. Gram pozitif olarak boyanan bu bakteri, mikroskop altındaki görünümünde bakterilerin kümeleşmesi bir üzüm salkımını andırdığından dolayı stafilokok olarak adlandırılmıştır.(Stafilo, latincede üzüm salkımı demektir.) Şîr-i pençe yarası, bilimsel özelliklerinin yanında, daha ziyade genç yaşta Yavuz Sultan Selim’in vefatına sebep olması ile tanınır. Şiirde, o dönemdeki yazılış biçimi ile Şîr-i pençe olarak kullanılmıştır. Alevin büyüsünü dudağından çalan gül, Gülüşünde açarak siteminde solardı. Dipsiz feza dibinde yıldız düşleme gönül, Vuslat rüyalarımda nihayetsiz yol ardı! Dumansız yangınların külünde anılmışım, Başıma gelmez sanıp nasıl da yanılmışım! Yer ile gök birleşse düşmez sandığım kale, Bir bakış, bir gülüşün, fethini başarmıştı. Burcunda beyaz bayrak... Nasıl düştü bu hâle? Bir gül uzattın bana, gözlerim yaşarmıştı! Aklım yenik düşerken kalple olan cengiyle, Hergün yeniden açtı, gül kanayan rengiyle! Ağustos geceleri, ne kadar da kutluydu. Nilüferler içinde, gölde yüzen bir peri... Hangi âşık severken, benim kadar mutluydu? Seninle ilk göz göze, geldiğim andan beri, Rüyaların süsüydün. ’’Gece son düşündüğüm, Sabah ilk akla gelen! ...’’ Sendin efsunlu düğüm. Yılların özleminden gelen yasımı sildi, Bir serap gizeminde billûrlaşan buharın. Çöle dönmüş kucağa gül yaprağı serpildi, Senin bağrından kopan esintisi baharın, Gülümün sînesinden, benim sîneme sindi. Bülbülün ezgisi de, yine senin sesindi. Daha güzelsin diye bir yas haberi geldi, Yedi yaz gecesinde, semadaki Kuğu’dan. (*) Sinendeki esinti, sence neye bedeldi? Gönül sarhoşa döndü, misk û amber buğudan, (**) Pusudaki kadere, sordum: ’’ - Ayrılık niye? ’’ Dedi: ’’-Bir tek geceniz, bir ömre bedel diye! ...’’ Seninle beraberken, rüzgara kanatlanan, Zaman, şimdi akmıyor. yas içine saplanmış. Suskun bir volkan gibi, içimde sinsi yanan, Yanardağın külünden, ufuklarım kaplanmış. Kalpteki yakut tahta, şimdi hüzün konuktur. Umuda yelken açtım, derya neden donuktur? Sıradağlar yol vermez, zincirlenmiş önüme. Üzerinden bir Güneş, bir Ay aşar sadece. Umudun meşalesi, ışık tutmaz yönüme. Bir körduman, bir buzul, rüyamdadır her gece. Kaç yıldız aktı gözden, ellerime süzüldü. Esir düşen şah belki benim kadar üzüldü! Batan benim güneşim, kimin ufkuna doğar? Sabah güneşi kimin, bu kara zindan kimin? Hasretin sinsi eli, kim bilir kimi boğar... Haberin var mı senin. şimdi benim kalbimin Sana saray yapılan can alıcı yerine, Şîr-i pençe yarası yerleşmiş. En derine! ...(***) 2006 - Tekirdağ. |
Merhaba,
Nefis bir anlatım ! Nefis bir paylaşım !
Kutlarım ,saygılar !