altın çağ
Sarı kalem boyarken
bir yerdeki güneşi ne yön esiyor rüzgar? Ben ve yatak arasına sıkışmış, deride çıplak kadınım, mevsimleri döndüren gözlerin mi? Yoksa bu boşlukta dönüp duran ben miyim? Ellerim ucunda sarkan parmaklar şaşkın herkes gibi çok defa ben de bekledim ölümü beklenenin aslında ben olduğumu bilmeden. Kedi gözünde bir bakış kötülük, acı, ve yasaların olmadığı korku ve cezanın olmadığı bir altın çağ bakışı sanki… Tüm denizler benden yana bir devinim haliyle kabaran yürekleri cesur ve ne zaman deniz görsem ona ceza verip kırbaçlatan Pers kralı Serkhes gelir aklıma. Nerede bu insanlar şimdi? Savaşlar, ve ölüm bir kadın yaklaşınca unutulan ağrılar gibi geçici mi? Soğuk istasyonda bunları düşünürken bir kadın görüyorum, bir saattir aynı yerde oturmuş bekliyor, gözlerinde ıslak sabah ışığı ve yolculuk öncesi ayaklarının bitişik ucunda yeşil valiziyle orada yaklaşan sesine bakıyor demirin. Saat birşeylerin buçuğu ve tren yine gecikti Eskişehir Garı soğuk. |