HOŞÇAKAL
...
yoruldum artık ve bin kez usandım ve artık sevmiyorum yağmur damlalarının ezik bakışlarını hele denizlerin üstünde fener alayına çıkan güneşi zehirli çakmaklarıyla geceye kusan uğur böceklerini ve her gece karşıma çıkan ölü yolları yalnızlık ülkemin ölü aşklar mezarlığında... sevmiyorum... çünkü sevince kaybettim ışıklarını nehirlerin içimdeki karanlığında çağlayan o mağrur uğultusunda yitirdim renklerini umutların ve gözlerimdeki yangın çukurlarında kaybettim hayalleri ve bir güvercine atılan bir parça ekmek kırıntısında uzak bir yıldız gibi kayıp gittiğim elleri... usandım... her gece içine gömüldüğüm sıcacık bir mısranın ürperten sarhoşluğunda canlanıp kaybolan perilerden umut beslemekten öksüz bir çocuğu büyütür gibi avutur gibi babasını kaybetmiş minik bir çocuğu... kim yapabilir ki? renksiz ahenksiz sessiz ve kimsesiz... gelişi güzel uzayan kaldırımlar gibiyim yıllardır cilalı taşlara aç üzerine yığılan sarhoş birinin yahut öylesine kıvrılan sefil bir kedinin bir tutam sıcaklığına muhtaç.... ve gidiyorum bu şehirden tırnaklarımı sürterek yürüyorum harabe duvarlarına yırtarcasına ve kanatırcasına ruhumu... usandım... eski bir masal kitabına sakladığım kadından ve günbatımına bandırılmış saçlarının rüzgarından ve isminin ilk harfinin açtığı amansız yangından... suçlusu olmayan bir günah bu... bıktım artık üstüme hoyratça serilen kelimelerin ağırlığından ve nice dualarımla bozulmayan lanetinden ve senden Ey Şiir! hiç bir zaman yazılmayacak olmandan yüreğimin tam orta yerinde patlattığın bulutlardan kırılmış dudağımla sesleniyorum sana eski bir namlunun ucundan; hoşçakal hakan zengin |
yıllardır buradayım fakat ilk defa uğradım sayfanıza
saygı ve selam bırakarak
yar olsun Mevla inş