KabulŞiirin hikayesini görmek için tıklayın bakma! dağını emziremedim
siyah sütümde zehir şıngırdar! kızma! dağına bir taş da ben koyamadım kumumda tuz var! ama senin kulağına eğilip DAĞ diye fısıldayan bu dudak bir gün ya elinden ya ayağından ya eteğinden ya da alnından öfkelenme, öpmeyecek, sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp başka bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak! Küçük İskender
sırtımı sıvazlayıp yolluyorum kendimi bir bilinmeze beyaz bir kağıt gibiyim gelen karalıyor yırtılan yüreğim dikiş tutmuyor sesim kirleniyor siyah bağırıyorum beyaz umutlara kelebek kaburgası doluyor ellerim çağırıyorum kendimi gittiği yerden gelmiyorum... şiir kopuyor etlerimden batıyor harfler iç’ime gözümden idam sehpası gibi ruhum cellatlar tekmeliyor gözlerim yara diye tuzsuz ağlıyorum ağarıyor saçlarım bir kalemin dibinde kilitliyorum saçlarımla ellerimi,tutunamıyorum kuyulardan bağırıyor yusuf sabrım gölgelerle konuşuyorum insan kabulleniyor bazen küçücük oluyorum katreli kadınların eteğinde elimde pamukşekeri erciyes’e tırmanıyorum rüyalarımda bazen utanmıyorum ağlamaktan evet bende gülüyorum bazen bir nokta bile umut oluyor düşlerime bir ünlemle irkiliyorum gölgede güneşleniyorum sonra hiç gülmeyeceğim sanıyorum bazen küfür etmek istiyor çocuk yanlarım bazen ağlayan luna parkım rüyalarımda bile bile koşuyorum salıncaklara zaman yetmiyor luna parkta oynamama kurşun kalemim kurşun askerlerin acımasız kahkahalarından korkup kırıyor boynunu bazen ve ben toprak yemek istiyorum sonra yabancı bir dille ağlamak istiyorum kimse anlamasın gözlerimi balkona asıyorum küflenmeden kurusun gecelerimi iyileştirmek için sirkeli su döküyorum güneşe ve bazen susuyorum... |
şiir ve yüreğin...