Unuttum
Öyle bir zamanda gel ki gittiğin gün bile utansın ,
takvimlere konu olmaktan. Öyle bir gün gel ki zaman bile isyan etsin , geceyi arzularken gün doğumuna gebe kalan yalanlardan. Öyle bir gel ki yüzüm olmasın ’’neden beni sevmedin’’ sorusuna teşebbüsten yargılanmaya. Bilmiyorum , ne yaptın bana ? Neden hep yarım sorularım ? ve cevaplarım eksik ? Oysa biliyorum birbiriyle bağdaşmayan paragrafların kalemle birleştirilmesi gibiydi yokluğun. Bir o kadar yalnız , anlamca saçma ve aptalca... Sende bilirsin aslında ; ayrılık mahlasıyla yazılmış , vuslat için bestelenen şarkıların dile geldiği zifiri bir gecede kimse silmez göz yaşlarını. İki kadehin arasını açıp bir birine kırdıran , ruhuna vurgun yediren o şarkıların her hangi bir kıt’asında beklenen el dokunmaz omzundaki coğrafyaya. Sen bilmiyorsun ama o şarkıları dinlerken kar yağdı saçlarıma. Yıllar geçti üstünden. Gittiğin günden beridir. Kahveler hatırını yitirdi. Postacı da eskisi gibi uğramıyor , mektupsuz kaldı bu şehir. Kalbim almıyor be kadın! nasıl gidişti o, anlatsana... Bana değil... kalbime anlat ,çünkü o kabullenemiyor ayrılığı. Oysa ben çoktan unuttum , soğuk bir Eylül akşamı günleri perişan kıldığını. Zor oldu ama unuttum ! saati tam şakağından vurup akrebin yuvasını yerle bir ettiğini. Düşlerimin infilak edip yarınlarıma yeni yaralar açan o ilk günü unuttum ben. Bana ayrılığı reva gördüğün günü hatırlamıyorum. Yarım bir şiirin yan gelip yatma arefesinde en uygun cümleydin, yeni bir girişe meydan okuyan. Kalemin sırt üstü yaralarına pansuman diye uygulanan, o Eylül akşamı son buldu mavi hayallerin ihtilali. Açık konuşmak gerekirse panzehir oldun divitimin en çıplak , en ihtiraslı alfabesine. Yeni harflerle yeni kelimeler kattın dağarcığıma , o gün öğrendim ayrılık denen zulmün yalnızca kalanı çarpmadığını. Ve yine sen öğrettin bana , gidenin dar ağacına çıkan yolunda son dileğinin bir yudum sevda şerbeti olduğunu. Oysa ben... ben o gün unuttum. Kendimi... sendeki beni ve bizi. O gün ardımda bıraktım.. Bırakılacak ne varsa ,hepsini bıraktım. Sözde şiir denilen resimlerini yaktım. Sonra içi barut dolu kalemi kırdım , acımadı canım. O günden sonra hiç açmadım odamızın perdesini. Baktıkça seni hatırlatan çiçeklere su vermeyi de unuttum bilerek. Ben ne yapıyorum diye hiç sormadım kendime. Önümde iki yol vardı ben o gün üçüncü yola saptım. Gidişin kadar pişmanım. Dönme ihtimalin kadar hayalde düşüncelerim. İşin garip tarafı bunları seni özlemediğim için yaptım. Sana , gülemediğim için yalvarmadım. Açık bir yaranın iltihabı gibi gittikçe büyüdü zaferin. Attığın her adımda bana düşman kesildi ayakların. ’’Dönüş yok ! ’’ Der gibi uzaklaştın bu diyardan... Sen o gün ilk keşkeyi bulaştırdın dilime ’’Keşke gökyüzü olsaydım’’ dedim kendi kendime. Söylemesi zor ama sevgilinden ayrıldığında, yahut onunla mutlu olduğunda bana bakardın, gece veya gündüz fark etmezdi. Ben hep gülümserdim sana yada ağlardım mutsuz olduğunda... Hepsi bir yalandan ibaret... Bir kere dönüp baksaydın ,gitme kal bu şehirde derdim. Bir şehirde kaybolmanın hazzını yaşardık. Çocuklar gibi hür ve ağlamaklı... Ama artık çok geç. Ben o gün unuttum. Sen gittin masal bitti ve ilk defa kötü kalpli cadılar kazandı. Doğan Yücetaş |