Karaağaç
Ruth Fainlight’e
Tanıyorum dibi, diyor. Büyük ana köklerimle tanıyorum onu: Korktuğun şeydir bu. Ben korkmam: bulundum orada. Deniz midir bende duyduğun, Onun hoşnutsuzlukları mı? Yoksa çılgınlığın olan hiçbir şeyin sesi mi? Aşk bir gölgedir. Nasıl da uzanır ve ağlarsın ardından Dinle: bunlar onun toynak sesleri: çekip gitti, bir at gibi. Bütün gece dörtnala gideceğim böylece, coşkunca, Başın bir taş, yastığın küçük bir çimenlik olana dek, Yankılanarak, yankılanarak. Yoksa zehirlerin sesini mi getirmeliyim sana? Şimdi yağmurdur bu, bu büyük sukût. Ve budur onun meyvesi: kalay-beyazı, arsenik gibi. Günbatımlarının gaddarlığından eza çektim. Kavruldum köke dek Kızıl liflerim yandı ve dayandı, tellerden oluşan elim. Sopalar gibi uçuşan parçalara bölünüyorum şimdi. Böylesi şiddetli bir rüzgâr Hoş görmez hiçbir seyirciyi: çığlık atmalıyım. Ay da insafsız: sürüklerdi beni Kıyasıya, boşu boşuna. Parlaklığı yaralar beni. Yoksa ben belki yakalardım onu. Bırakırım gitsin. Bırakırım gitsin Eksilmiş ve donuk olarak, esaslı bir ameliyattan çıkmış gibi. Kötü düşlerin nasıl da hükmeder bana ve donatır beni. Bir çığlık oturur bende. Geceleri çırpınır uçar Çengelleriyle, seveceği bir şey aramaya. İçimde uyuyan Bu karanlık şey korkutur beni; Bütün gün hissederim onun yumuşak, tüylü dönüşlerini, kötülüğünü. Bulutlar geçer ve yayılır. Bunlar aşkın yüzleri midir, şu solgun telafisizler? Bunlar yüzünden mi kışkırttım kalbimi? Daha fazla öğrenmeye yeteneğim yok. Nedir bu, bu yüz Öyle cani dallarının boğmalarıyla? – Onun yılansı asitleri tıslar. Taşlaştırır iradeyi. Yalıtılmış, yavaş hatalardır ki bunlar Öldürür, öldürür, öldürür. Sylvia Plath (1932-1963, ABD) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy |