Tanrılar Telefon Kullanmaz
tanrılar telefon kullanmaz
üç çocuk üç yol üç gün kulağımda eskiyen söğüt deniz hışırtısı pembe üzüm dinliyorum, yol benim senin saçlarını ezbere alıyorum belki bir gün bir yerde söylerim diye. birinin korkusuyla uyanıyorum hep melekler aşağıma doluşuyor çekilip çekilip bir zaman oluyorum: hiç inanmadığım bir rüzgârın koynunda, dün hatrın kaçı. ölmeyeceğini bilen bir bıçak gibi mutfaktan su almaya gelen bir nehir sesini işittiğimde, ben de annemin bir geceliğine rüyaya dönüştüğünü anımsıyorum. tanrılar güzel kıyafetler giyer, kadınlar gibi. ve şarkılar gibi bir gözü açık beklerler unutulmayı. ve şiirler... üç kedi üç vakit üç el omuz çizgini yazdım bir yere. öpülecekler listesinde senin o merhum uykun bacaklarının kavisi, sırtından düşen katre ve rahminden alınacak bir güneş daha omuz çizgini unutmayayım diye not ettim aklımın bir yerine. sana yürüdüğüm yolları gördüm geçen gün kanıyordu, kanıyordu, kanıyordu bir sen bilmiyordun, bilmiyorsun, bilmiyor. oysa, oysa diyebileceğim şeyleri kalbimde kapattım, kilitledim fikirlerimi, kırdım vazoları, akvaryumları geriye adım atmayı düşleyen sandalyeleri ve tamtıkırında ilerlemeyen deyişleri. belki bir kuş olmalıydım bu hayata yapayalnız, sâdık bir kuytuda, boşluğuna kafes gölgesinden bile korkan garip bir kuş, aklım oysa. sen kaç şehir geçebilirsen geç ben bir su olacağım tiradımla yorgunluğa tehir edeceğim sancıları, saçlarını uzatacağım gecemin yankıyı anla: saatimi gözlerine göre ayarladım. üç kâğıt üç veda üç ip yağmurun sakladığı şeyler olmalı muflis hatıraların sancağında bir renk, filistin kokmalı ağzı, fransa gibi öpüşmeli yahut bir zenci gibi dağıtmalı yüzünü ölümün gösterdiği tabeladan inerek bir gölge aramalı sığınacak böyle bir havada. adımlarında soyut kelebekler uçarken kaygı taşımalı, kaygı bulundurmalı, kaygı insan, kötürüm yargıcı, pak kapılarda sessizlik süpürülür, bir gece yarısı, adın ağzımda uyur sonsuzluğa katılır küçük bir bulut aynası. perşembe’den, portofino’dan, istanbul’dan geçit bulmalı bir karanlığın arkasından sıza sıza yürümeli içlerine kadar saiği şartın bir bilmece olarak kalmalı göğsünü unutan kadınlığın yırtmacında kan tutkunu bir ihanet akşamı göle unutmalı insan sarıyı. kulağımda çırpınan ümit ölüm kaşıntısı lacivert gömüt dinliyorum, yol benim aldığınca tut kuru öğüt gittiğin yerden bir ışık yak! Payanda |