Izdırap İnsanı
Mumlar gibi titrer ve sızlar sînesi zâr zâr,
Gezinir şafakların ağardığı dağlarda. Kendi Cennet’te olsa da rûhunda mağmalar, Hep hülyâlarıyla dolaşır mutlu çağlarda... Ufku tıpkı ormansız dağlar gibi simsiyah, Simsiyahtır bütün mortepeler, şûh adalar, Hazânlarla sarsılırken sînesi her sabah... Ve rûhunu döve döve delinir havanlar. Kalbi kuşlar gibi ürkek, gözleri hummâlı; Tokmak sedâsı verir rûhunda hâdiseler. Her gece saatle savaşır, her gün hülyâlı, Dilinde ızdırâp türküsü hep söyler gezer. Yer yer ümitle coşar, içinde sırlı bir haz, Başı fânîleri Sonsuz’dan ayıran yerde; Haykırınca polattan sesiyle âvâz âvâz, Ra’şeler uyarır gönüllerde perde perde... Sevdâyla sızlar sızlarken en kuytu yerlerde, İnler-dolaşır dâim, inler onunla yollar; Her gün bir şikâr peşinde, her gün bir siperde, Ufukların ağaracağı mevsimi kollar... Bazen vefâ hiç ses vermez, her şey lâl kesilir... Ve rûhuna saplanır kankırmızı tırnaklar; Bazen burcu burcu bahar kokuları gelir; Bakarsın bin râyihayla ninni söyler rüzgâr... |