BİR SİLİNDİR GEÇTİ ÜZERİMİZDEN 27
ne kadar zaman geçmişti
kestiremiyorlardı yorgun bitkin ve uykusuzlardı bankın üzerinde sırayla uyumaya karar verdiler önce Hasan öğretmen uzandı çok zaman sonra uyandı yere oturup kafasını bankın boş bir yerine koyup uyumakta olan Seyit’i uyandırdı bu defa bankın üzerine Seyit uzandı yukarıdan sesler duyunca sabah olduğunu anladılar kendilerine çeki düzen verip ayaklandılar yüzlerinde kuruyup kalmış kanı temizlemeye çalıştılar bir polis geldi kapıyı açıp beyler, tuvalet ihtiyacı, dedi sırayla kapısı açık tuvalete girdiler yere yakın musluğa yaklaşıp hem yüzlerini yıkadılar hem de su içtiler yeniden içeri sokulup kilitlendiler aradan on dakika geçmişti ki aşağıya inen ayak seslerini duydular iki polis kapıyı açıp ikisini de kelepçeleyip yukarı çıkardılar yine akşamki amirin karşısındaydılar amir, polislerden birine Hasan Yılmaz’ın kelepçesini çözün, dedi çözdüler. amir, sen evine gidebilirsin Hasan öğretmen pek bir şey bulamadık senin hakkında yine de gözümüzün üzerinde olduğunu unutma haydi geçmiş olsun güle güle Hasan öğretmen Seyit’e sarılmak vedalaşmak istedi amir engel olup çok hiddetlendi neyine sarılıyorsun bu komünistin? çektiği yetmedi mi bunlardan bu memleketin haydi sana güle güle bu moskof uşağına gelince valla ben de misafir etmek isterdim uzun süre ama Diyarbakır onu görmek istiyor ille de gitsin de anasının şeyini görsün orada bakalım devrim, devrim diye bağıracak mı yoksa yandım anam diyerek eşek gibi anıracak mı, diyerek sigaradan sararmış seyrek dişlerini göstererek sırıttı. Nisan’ın yirmi beşinde balcı’nın oğlu Seyit öğretmen kendi doğum gününün arifesinde zırhlı bir aracın içerisinde Silvan’dan Diyarbakır’a doğru gidiyordu yıl 1981’di ve o günlerde herkes Diyarbakır’ın ve zindanlarının nasıl olduğunu iyi biliyordu. zıhlının içinde Seyit öğretmenin dışında iki tutuklu daha vardı hallerine bakılırsa sıradan zavallılardı iki saat süren yol boyunca yanlarında bulunan iki sivil polis neden öyle bakıyorsun neden öyle öksürdün neden yanındakine dokundun neden komünist oldun gibi uyduruk bahanelerle balcı’nın oğlu Seyit öğretmeni tekme tokat dövdüler Diyarbakır sorgu merkezine girmeden önce gözlerini bağlayıp araçtan indirdiler seyit’in tutacak bir yeri kalmamıştı iki sivil girdi koluna sürüyerek taşıyarak indirdiler bodrum kattaki sorgu odasına ensesine bir yumruk beline bir tekme vurup devirdiler yere bırakıp gittiler yalnızdı diğer iki kişi başka yere götürülmüştü bir süre yerde kımıldamadan durdu bacaklarını dizlerinden bükmüş kıvrılıp kalmıştı her tarafı korkunç ağrılar içindeydi başını kaldırıp bulunduğu yeri görmeye çalıştı gözlerindeki bez hafiften kaymış zor da olsa biraz görebiliyordu yerler pislik içinde duvarlar kan lekeli bir masa bir iki sandalye ve bolca sopalar vardı ağrılarını unutup düşünmeye çalıştı şuuru yerindeydi anlaşılan bunlar bana işkence yapıp eziyet edecekler ve istedikleri şeyleri itiraf etmemi isteyecekler bari babam erken duysa da birilerine haber verip bir şeyler yapsa kim bilir ne kadar üzülecekler zavallı annem zavallı babam ama ben onları üzmeyeceğim öğretmen oldum sevindiler şimdiyse buradayım ne olursa olsun dayanacağım onların benimle gurur duyacakları bir şekilde yiğitçe davranacağım haydi bakalım, Seyit, dedi kendi kendine işte şimdi önemli bir sınavdasın şimdi kendini kanıtlamalısın şimdi Erdal Eren’i şimdi İbrahim’i şimdi güzel gözlü Esma’yı örnek almalısın direneceksin direnmelisin vücut bu, alışır her şeye yeter ki şuurunu kaybetme on dakika mı yirmi dakika mı yoksa yarım saat mi geçti bilmiyordu bıraktıkları gibi pis bir zemin üzerinde öylece kıvrılmış yatıyordu kapının açıldığını duydu içeri giren ayakları görüyordu üç kişiydiler önce rast gele yerde yatan Seyit’i tekmelediler haydi bakalım, komutuyla bir iki dakika içinde askıya aldılar kolları epeyce yukarıda bir yere bağlıydı önce ayakta kalmaya çalıştı direndi ama sırtına karnına kollarına ve bacaklarına aldığı kalın odun sopası darbelerine dayanamayıp yığıldı vücudunu taşıyamayan kolları kopacaktı sanki omuzlarından haydi bakalım dedi bir ses ötmeni bekliyoruz ya bildiklerini anlatırsın veya buradan ölü olarak çıkarsın evet, anlat bakalım. Seyit’ten bir ses çıkmadı yeniden vurdular sopalarla anlat dediler yeniden yine bir şey duymayınca sen Müslüman mısın ulan, dediler olur mu ya, dedi diğeri bunlar Müslüman falan değildir ya ermeni ya da Rum’dur Müslüman’sa zaten sünnetlidir şimdi anlarız, dedi ilk konuşan sesleri ayrıt etmeye çalışıyordu her şeye her hareketlerine dikkat ediyordu romanlarda filmlerde bir de yoldaşlarının direniş öykülerinden duymuştu böle şeyleri şimdi kendisi yaşıyordu. pantolonunu sıyırıp donunu da indirdiler bak, bak, bak ulan bu Müslüman ya, dediler bağlayın bakalım şu kabloları böylesi orospu çocukları anacak onun dilinden anlar cinsel organına göğsüne bir de parmaklarına bağladılar kabloları bunu da duymuştu elektrik işkencesi öldürmezdi insanı ama bitirirdi direncini tırnağının ucundan saçının teline kadar sarsıldı acıyla bir anda üç saniyelik elektrik şoku dakikalarca sürmüş gibiydi bu defa biraz daha uzun sürdü Seyit direncini sürdürdü evet, dedi üçüncü ses ötmeye başla artık Silvan’daki arkadaşların kimler kim orada lider haberleşmeyi nasıl sağlıyorsunuz nerede toplanıyordunuz anlat dinliyorum Seyit konuşmamakta kararlıydı anlaşıldı, dedi ikinci ses bu arkadaş yüksek dozdan hoşlanıyor ıslatalım bakalım kendisini sonra nasıl olsa dinleriz bülbül gibi öten sesini DEVAM EDECEK... |
Bunları yanyan yazsanız ya düzyazı olsa,
Hem o zaman daha rahat okunur.