yıkık dökük, virane bir kulübe...
derin bir çukur kazdım evimin bahçesine
yığdım tüm kitaplarımı hemencecik ve örtüp kapağını ardımdan, süzüldüm içerisine mum ışığında titrer duvarlar, titrerim... hafif serinlik, hafiften ürperti dört bir yanı kapalı dört bir yanı ürkek dört bir yanı acılar içinde dört bir yanı kapanır kapanır gece olur açılır dolar gün ışığı kıvrım kıvrım buhranlar tüter haleleri burnumda kokusu geçmiş günlerin naftalinli sokaklar, pas tutmuş kaldırımlar ben... çökerim... yıkılır mı bir dökük kulübe camları kırık yüzü patlak, burnu şişmiş, morarmış sonbaharda dökülen perdesi, işte kirli ve sararmış boyası solmuş sıvası çatlak ben gibi tıpkı duruyor ayakta, içi virane rüzgarı alıyor kapısından kumla ovulmuş ciğerine ve üflüyor hemen ahını yıkık bacasından çakıl taşıyla döşeli göklere aman! sen sen ol evladım aman girme içerisine belli mi olur düşer belki camı çerçevesi batar çivisi yumuşak, ince ve nazenin bedenine ısırır, dişlerim belki de gelmesin kimseler üzerime ben yıkık dökük bir kulübeyim yıkık dökük... ulur köpekler şarapçılar çöker üzerime izlerim, dinlerim, duyarım ama ses vermem, onların hiçbirisine karışmam, ki dünya işidir ne ötesine bakarım ne berisine kimse gelmesin istemem yakarım ateşimle geceyi yakarım ve koyarım demliğimi üzerine tüter dertli dertli sigaramın dumanı silkelerim külünü çatlak zeminimin paslanmış ciğerine ki belli olmaz sağım solum, çökebilirim her an çürümüş temelimin üzerine aman uzak dur evladım aman! güven mi olur hiç böyle yıkık dökük, yaşlı-hasta birisine seni de yakar, belli mi olur döker benzini, çakar kibriti önce kendi üzerine... 08.03.2012 |