DALARALMAZŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Olay gerçek olup, Mersin’in Erdemli ilçesinde 1915-1922 yılları arasında yaşanmıştır. O zamanlar Yağda, İçel vilayetine (O zamanlar vilayet merkezi Silifke idi) bağlı bir bucak merkeziydi.
Askere gitmeyen bazı Rum tüccarlar, (Kör Andon, Todiri ve onun yalakalığını yapan Çolak Osman gibi) haramiler ise bu çaresiz insanların mallarını gasp etmişler ve halka çok zulmetmişlerdir. Bu haramiler, Seferberlik bitince yöreyi terketmişlerdir. Zamanın İçel müftüsü Yazar Hoca, (Mehmet Emin Yazar) seferberlik yıllarında, 16- 70 yaş arası tüm erkeklerin gönüllü askere yazılmaları konusunda halka öncülük etmiştir. Yazar Hoca, Yağda bucağına bağlı Güzeloluk köyü doğumlu olup, mezarı Silifke’de bulunmaktadır.1954 yılında Elvanlı ve Yağda bucakları birleşerek Erdemli ilçesi kuruldu. Şiirde sözü edilen yayvan kaşık ’DALARALMAZ’ halen dedemin evinin duvarında asılıdır.
Seferberlik yılları, iptida harb-i cihân,
Yedi düvel kapıda, işte büyük imtihan! İngiliz, Ermeni, Rus, belki bir milyon cellat, Dayandı hudutlara, oldu yurda musallat! Müftü geldi Yağda’ya, dedi: “Gidiyor vatan, Yarın sabah ezanı, henüz ağarmadan tan, Yetmişten küçük herkes askere yazılacak, Allah’ın izni ile bu oyun bozulacak!” Tüm yiğitler toplandı, er kalmadı bucakta, Ağıt yaktı gelinler, bebeleri kucakta! “Bakmayın ardınıza, bu ocak sönmeyecek,” Oysa biliyorlardı, pek çoğu dönmeyecek! Dedem Koca Ali’ye onbaşılık verildi, Silifke’den gemiyle Gazze’ye gönderildi. Karısı Sultan Ninem, diğer gelinler gibi, Dört yetimle kalmıştı, yeşil ekinler gibi! Yalnızlık, kimsesizlik dert değil çekilecek, Çul çadır dokunacak, tarlalar ekilecek… Asıl savaş içerde, düşmana hücum ne ki? Dört yetim var çadırda, en büyüğü on iki! Yemek vakti gelince bir köşede beklerdi, Çocukları doyurur, yemek kalırsa yerdi! Sofra faslı bitince, dert değildi bulaşık, Sapsız bir bakır tava, yalnız dört tahta kaşık! Kaşıklardan birinin adı “Harmansavuran” Önce bunu kapardı sofraya ilk oturan! Yarım tabak çorbayı alırdı daldırınca, İkinci “Yüktaşıyan” olurdu saldırınca. Üçüncü kaşık ise ufaktı, “Yükçügücük” Ağzı dar ve derindi, sapıysa hayli küçük! Sona kalan çocuğa, kalırdı “Dalaralmaz” İçine çorba girmez, sahibi memnun olmaz! Yaylada kadınlara kalmıştı tarla tapan, Çoktan asker olmuştu, yegane kaşık yapan! Çile, sabır, niyazla, zulmetle, gamla, nazla, İki sene çok çetin geçti “Dalaralmaz’la”! Çocukların dayısı geri döndü nihayet, Hava değişiminden, hasta düşmüştü gayet! Bitkin haliyle kırk gün yürümüş Enes Hacı, Ağbeyine sevinçle sarıldı Sultan Bacı! Enes Hacı gelince, ocaklar başka tüttü, Çilli horoz aylardır, belki ilk defa öttü! Uzun uzun anlattı, savaştığı yerleri, Mektuplar, hatıralar, şehadet haberleri… İki kaşık yapmıştı bir sandal kütüğünden, Yetimlerin sevinci seçilmezdi düğünden! Taptaze, gıcır gıcır kullanışlı hem de şık, Sofrayı süslüyordu iki cilalı kaşık! “Dalaralmaz” çadıra itinayla asıldı, Dile gelse, anlatsa; “Çaresizlik nasıldı?” Yedi sene sonunda, Koca Ali gelmişti, Kahpe Yunan bozulmuş, memleket düzelmişti. Bir asırlık hicranın hâlâ kanar yarası, “Dalaralmaz” duvarda, o günün hatırası! Halil GÜLŞEN Şiirimi günün şiiri olmaya lâyık gören seçki kurulunun değerli üyelerine, yorum ve eleştirileriyle yürek sesime ortak olan tüm gönül dostlarına saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum. |